AZERBAYCAN - ZAGATALA - GEZİ NOTLARIM
Öyle Bir nesil düşününki masal yerine nenesini dedesinin
anlattığı anıları ile büyüsün, onların özlemleri hayalleri çocuklarının hayali
olsun. Evet, böyle bir ortamda anlatılanları zihninizde tasavvur etmek gözünüzde
canlandırmak nasıldır bilirsiniz. Sanki bir başkasının gözünden görmek gibi her
zaman içinizde bir acaba vardır, onun için anlatılanlara sonsuz inansanız bile
kendi gözünüzle görmek istersiniz.
İşte bu duygu ve düşünce ile bizlerde merak ettiklerimizi görmek atalarımızın anlatımını yerinde teyit etmek için bizden önce öncülük ederek gelip giden büyüklerimizin kurduğu bağlantıları takip ederek çıktık yola. İstanbul’dan uçakla Bakü ye geldik ve oradan da kara yolu ile Zagatala reyonuna giderken yolun 200 Km lik kısmı Bizim Konya ovası gibi bozkır hiç yeşillik yok ama orayı aşıp Kafkas dağlarının eteklerine vardığımızda tamamen farklı bir dünyaya yeşil bir cennete gelmiş olduk. Zagatala henüz sanayileşmemiş beton yığını olmayan çok katlı daireleri bulunmayan bu şirin şehre akşam saatinde geldik, Şehrin en güzel oteli olarak önerdikleri Grata otelinde konakladık. Otel gerçekten dedikleri kadar güzel temiz ve bakımlıydı 25.09.2014 Perşembe Sabahı ilk işimiz (Mami) Muammer Kurt un önce bizim köye gidelim demesi ile Marsan (Kendi)ne gitmeye karar verdik.
İşte bu duygu ve düşünce ile bizlerde merak ettiklerimizi görmek atalarımızın anlatımını yerinde teyit etmek için bizden önce öncülük ederek gelip giden büyüklerimizin kurduğu bağlantıları takip ederek çıktık yola. İstanbul’dan uçakla Bakü ye geldik ve oradan da kara yolu ile Zagatala reyonuna giderken yolun 200 Km lik kısmı Bizim Konya ovası gibi bozkır hiç yeşillik yok ama orayı aşıp Kafkas dağlarının eteklerine vardığımızda tamamen farklı bir dünyaya yeşil bir cennete gelmiş olduk. Zagatala henüz sanayileşmemiş beton yığını olmayan çok katlı daireleri bulunmayan bu şirin şehre akşam saatinde geldik, Şehrin en güzel oteli olarak önerdikleri Grata otelinde konakladık. Otel gerçekten dedikleri kadar güzel temiz ve bakımlıydı 25.09.2014 Perşembe Sabahı ilk işimiz (Mami) Muammer Kurt un önce bizim köye gidelim demesi ile Marsan (Kendi)ne gitmeye karar verdik.
GAX - MARSAN KENDİ (KÖYÜ)
Köye gitmek için Zagatala dan bir taksiye bindik. 30 km lik
ceviz ağaçlardan oluşan yeşil bir tünelden giderek köye girdiğimizde Caneviler
den Ali Aliyev amcayı arıyoruz dediğimizde köyün baş imamı olduğunu ve her
zaman caminin önünde bulunduğunu söylediler ve evini gösterdiler.
Evine vardığımızda herkesin evinde olduğu gibi yüksek duvar la çevrili avlu içerisine büyük bir kapıdan girdik. Çok geniş avlusu olan ve kullanım amacına göre çitlerle çevrilerek ağıl, bahçe, sebzelik, meyvelik ve evin sofası olarak düzenlenmiş bölümleri sanki daha önceden görmüş yaşamış olduğun şirin bir yuva bir yer bulmuştuk. Bölgede Kış mevsimi uzun sürdüğü ve kar altında geçtiği için her evin yanında hayat adı verdikleri sundurma altı kapalı alanları bulunmaktadır.Günün çoğunu bu hayatın altında geçirmektedirler. Evde bizi Ali amcanın küçük oğlu Ekrem Aliyev ve eşi Amelya Aliyev karşıladı önce bizi daha önceden Türkiye den gelmiş olan satıcılara benzettiklerini ama Ceyhan Dağıstan köyü adını duyduktan sonra sizler bizim Gohumlar diyerek çok samimi bir karşılama ve kucaklaşma ile bizi evlerine davet ettiler. Hemen hazırdaki semavere çayımızı koyarak camide olan Baba Ali amcaya bizim geldiğimizi haber vermişler. Gelmesini istemedik biz yanına gideriz dedik ama o zamana kadar Ali amca gelmiş oldu karşımızda 87 yaşında kulakları hafif işiten dizleri ağrıyan ama yinede haline şükreden sağlıklı ve çok güçlü hafızası olan hoş sohbet bir dede ile karşılaştık. Elini öperek kucaklaştık, hayır duasını alıp selam kelam hal hatır sorma sohbetine girdik.
Dedelerimizin göç sebebini ve burada sizin köyde anlatılan sizlerin bildiği anıları anlata bilir misiniz dedik. Tatlı dili ile başladı anlatmaya Babası Hacı Kazım amcanın 131 yaş yaşadığını 2 kez hacca gidip geldiğini 3 evlilik yaptığını son eşinden ilerlemiş yaşında kendisinin olduğunu yani 1868 yılından sonra bu güne sağ gelen ikinci nesil olduğunu köyde birçok ailenin 3 ila beşinci nesil olduğunu anıları birinci ağızdan babasından duyduğu için direk anlatmaktaydı. Türkiye ye giden amcaoğulları Şaban Oruç ve Mehmet Hasan ın. O yıllarda gürcülerin kimi zaman parayla kimi zaman tehditle, silahla işkence ile Müslüman halkı Hıristiyanlaştırma girişimlerinde kendleri Marsan da 11 hanenin din değiştirmesi üzerine 22 yaşında yeni nişanlı olan Mehmet Hasan ve arkadaşları köyün koca kişileri ile birlikte 10 hanenin reisini köy camisinin avlusunda halen şuan dahi bulunan ağacın altında toplayarak konuşmak isterler din değiştirme sebeplerini sorar ve geri dine dönmelerini isterler. Orada ne olur nasıl bir cevap alınır bilinmez ama Mehmet Hasan o anda oradaki 10 kişiyi öldürür ve diğer 11 ci aile reisini öldürmek için aramaya gider gürcü askerlerine haber verilmiş o kişinin etrafı sarılarak koruma altına alınmıştır. Mehmet Hasanın Yakalanması an meselesi olduğundan yakındaki Kafkas dağlarına sığınır, böyle bir tavır sergilemesi bundan sonra din değiştireceklere de mani olmuş üstelik gürcülerinde baskıları azalmıştır. Abisi Şaban ile haberleşerek kararlaştırdıkları bir günde Osmanlı topraklarına gitmek üzere yola çıkmaya karar verirler ve bu sebepten yerinden yurdun olur, yâd ellere gitmek zorunda kalır diye amca çocuklarının göçünün sebebini özetle anlatır. Karşılıklı konuşmamızda Azerice ile Türkçe arasında bazı kelimelerin anlamları farklı olması sebebi ile hafif takılsak ta, sonuçta gayet güzel anlaştık. Ali amcaya bizler aklımıza gelen soruları sorduk ondan cevaplar almaya devam ettik. Ali amca bizlere eskilere götürdü babası Hacı Kazım emminin anlattıklarını, bildiklerini kendi yaşadıklarını. Türkiye den gelen ilk mektubu ileten Sabir Efendiyev in Marsan köyüne gelip Canevi (Canavar) neslinden kim var diyerek misafir olmasını. Bu samimiyetle muhabbeti ilerletince atalarından bahsederken ortak akrabalarının olduğu ortaya çıkmış bu samimiyet daha da ilerlemiş. Köye gelip camide namaz kıldırmasından, gece kalıp misafir olmaktan kendisinin de onlara gelip gitmesinden bahsetti ta ki Sabir Efendi ölene kadar dostluğu devam ettirdik ondan sonra gidemedim dedi.
Evine vardığımızda herkesin evinde olduğu gibi yüksek duvar la çevrili avlu içerisine büyük bir kapıdan girdik. Çok geniş avlusu olan ve kullanım amacına göre çitlerle çevrilerek ağıl, bahçe, sebzelik, meyvelik ve evin sofası olarak düzenlenmiş bölümleri sanki daha önceden görmüş yaşamış olduğun şirin bir yuva bir yer bulmuştuk. Bölgede Kış mevsimi uzun sürdüğü ve kar altında geçtiği için her evin yanında hayat adı verdikleri sundurma altı kapalı alanları bulunmaktadır.Günün çoğunu bu hayatın altında geçirmektedirler. Evde bizi Ali amcanın küçük oğlu Ekrem Aliyev ve eşi Amelya Aliyev karşıladı önce bizi daha önceden Türkiye den gelmiş olan satıcılara benzettiklerini ama Ceyhan Dağıstan köyü adını duyduktan sonra sizler bizim Gohumlar diyerek çok samimi bir karşılama ve kucaklaşma ile bizi evlerine davet ettiler. Hemen hazırdaki semavere çayımızı koyarak camide olan Baba Ali amcaya bizim geldiğimizi haber vermişler. Gelmesini istemedik biz yanına gideriz dedik ama o zamana kadar Ali amca gelmiş oldu karşımızda 87 yaşında kulakları hafif işiten dizleri ağrıyan ama yinede haline şükreden sağlıklı ve çok güçlü hafızası olan hoş sohbet bir dede ile karşılaştık. Elini öperek kucaklaştık, hayır duasını alıp selam kelam hal hatır sorma sohbetine girdik.
Dedelerimizin göç sebebini ve burada sizin köyde anlatılan sizlerin bildiği anıları anlata bilir misiniz dedik. Tatlı dili ile başladı anlatmaya Babası Hacı Kazım amcanın 131 yaş yaşadığını 2 kez hacca gidip geldiğini 3 evlilik yaptığını son eşinden ilerlemiş yaşında kendisinin olduğunu yani 1868 yılından sonra bu güne sağ gelen ikinci nesil olduğunu köyde birçok ailenin 3 ila beşinci nesil olduğunu anıları birinci ağızdan babasından duyduğu için direk anlatmaktaydı. Türkiye ye giden amcaoğulları Şaban Oruç ve Mehmet Hasan ın. O yıllarda gürcülerin kimi zaman parayla kimi zaman tehditle, silahla işkence ile Müslüman halkı Hıristiyanlaştırma girişimlerinde kendleri Marsan da 11 hanenin din değiştirmesi üzerine 22 yaşında yeni nişanlı olan Mehmet Hasan ve arkadaşları köyün koca kişileri ile birlikte 10 hanenin reisini köy camisinin avlusunda halen şuan dahi bulunan ağacın altında toplayarak konuşmak isterler din değiştirme sebeplerini sorar ve geri dine dönmelerini isterler. Orada ne olur nasıl bir cevap alınır bilinmez ama Mehmet Hasan o anda oradaki 10 kişiyi öldürür ve diğer 11 ci aile reisini öldürmek için aramaya gider gürcü askerlerine haber verilmiş o kişinin etrafı sarılarak koruma altına alınmıştır. Mehmet Hasanın Yakalanması an meselesi olduğundan yakındaki Kafkas dağlarına sığınır, böyle bir tavır sergilemesi bundan sonra din değiştireceklere de mani olmuş üstelik gürcülerinde baskıları azalmıştır. Abisi Şaban ile haberleşerek kararlaştırdıkları bir günde Osmanlı topraklarına gitmek üzere yola çıkmaya karar verirler ve bu sebepten yerinden yurdun olur, yâd ellere gitmek zorunda kalır diye amca çocuklarının göçünün sebebini özetle anlatır. Karşılıklı konuşmamızda Azerice ile Türkçe arasında bazı kelimelerin anlamları farklı olması sebebi ile hafif takılsak ta, sonuçta gayet güzel anlaştık. Ali amcaya bizler aklımıza gelen soruları sorduk ondan cevaplar almaya devam ettik. Ali amca bizlere eskilere götürdü babası Hacı Kazım emminin anlattıklarını, bildiklerini kendi yaşadıklarını. Türkiye den gelen ilk mektubu ileten Sabir Efendiyev in Marsan köyüne gelip Canevi (Canavar) neslinden kim var diyerek misafir olmasını. Bu samimiyetle muhabbeti ilerletince atalarından bahsederken ortak akrabalarının olduğu ortaya çıkmış bu samimiyet daha da ilerlemiş. Köye gelip camide namaz kıldırmasından, gece kalıp misafir olmaktan kendisinin de onlara gelip gitmesinden bahsetti ta ki Sabir Efendi ölene kadar dostluğu devam ettirdik ondan sonra gidemedim dedi.
Tarihi
anlatırken bazı anlattıklarının şahidi olarak köyün mezarlığında yatan 1700
yıllardan 300 yıllık mezarların olduğu ve bunların yazıtlarının Farsça ve Arapça
olduğunu orda o yazıları gözünüzle görünce bazı bilgileri daha iyi
anlayacaksınız dedi. En güzel beğendiğim sözü ise, oğul Tarih yazılmaz yaşanır;
bu yaşananları biri oturur kaleme alır yazar ama o tarih yaşamaya devam eder. O
yazıları yazanlar sonuçta insandır kendi bakış açısına öz fikrine göre
yazabilir. Birileri bir şeyler yazdı siz şundansınız, bundansınız dese bu günkü
yaşantısı veya yakın tarihteki yaşam izlerinin kalıntısı bunu desteklemiyorsa o
kişinin dediği söz hiç bir şey ifade etmez. Ben desem ki biz Müslüman’ız köyde
hiç cami olmayıp kilise olsa. Mezar taşlarımızın hepsin de haç işareti olsa.
Veya bunun tersi olsa size söylenen söz mü doğru. Yoksa gördüğünüz mü? Onun
için siz söylenen ile gördüklerinizi birleştirin doğruya yanlışa siz karar
verin ona göre inanın dedi.
Şimdi
ben sizlere diyorum yemeğimiz hazırlanana kadar (Kendimizi) Köyümüzü bir gezin evlerimizin
düzeni, bahçelerin tasarımı, sokakları, camimiz, mezarlığımız, insanlarımızın
tavır ve davranışları sizin istediğiniz soruların cevapları bunlarda saklı. Yeter
ki bakmak istediğiniz yere dikkatli bakın görmek istediğiniz saklı gerçeği ince
detayı orada görün. İşte yazılmadan yaşanan ve ilerde yazılacak olan tarih
budur diyerek; çok haklı ve güzel bir öğüt vermiştir. Öğle yemeği için köy
tavuğu ile yapılan hinkal yemeğimiz hazırlanıyordu, çayımızı içtik çay diyince
dikkatimizi çeken bu detayı özellikle belirtmem gerek. Çayla birlikte normal çay
şekeri verildiği gibi kâse içerisinde daneli meyvelerin reçeli veya marmeladı her
çay servisinde farklı bir çeşidi masaya kâse ile geliyor oradan çay tabağına
ihtiyacınız kadar alıyorsunuz, kıtlama içer gibi onunla çayı içiyorsunuz. Zira
“Nazmiye halamdan hep duymuştuk henüz çay şekeri piyasada yokken çevre köyler
çayı doğru dürüst bilmezken bizim dedelerimizin üzüm incir erik dut gibi meyve
kuruları kak lar ile çaylarını içtiklerini, 1974 sonrası bir ara çıkan şeker
kıtlığında aynı şekilde çay içerken anlatırdı” gözümün önüne bu sözler geldi. Gördüklerimi
geçmişten gelen bir kültürün günün imkânları ile modernize olmuş hali olarak
yorumladım. Çayımızı içtikten sonra ya Allah deyip kalktık köyün içerisine
doğru yürümeye başladık yolda yürürken Ekrem komşularının evlerini ve kocaman bahçelerini
gösterip bunlarla ilgili detaylı bilgiler veriyorlardı. Geçen yıl 2013 de büyük
bir deprem olduğunu yerli materyal taşlarla yapılmış 50-100 yıllık evlerin hasar
gördüğünü çatlak ve kayma yaparak kopan yerleri göstererek detayları anlatıyordu.
Köyün içinde yerden yaklaşık 60 cm yüksekten giden demir boruların ne olduğunu
sorduk doğal gaz hattı olduğunun tüm köyleri ve evleri dolaştığını söyledi. Bizler
bu boruyu içme suyu sanmıştık o zaman suyunuz nerden geliyor dediğimizde köyün birçok
yerinde bulak var her evde su kuyularımız var suyumuzu onlardan içiyoruz. Caminin
karşısında okulun bahçesinde bir tanesi var gösterelim dedi Ekrem. Bizim artezyen
dediğimiz kendiliğinden yer altından kaynayan suya bulak dediklerini görerek
öğrenmiş olduk. Suyun tadı ve kalitesi içmek için gayet güzeldi. Yolun karşısındaki
köyün camisine geçtik eski yapı olduğu her halinden her şeklinden bes belli idi
Ali amca 131 yaşında ölen Babam Hacı Kazım bu caminin yapıldığını hatırlamıyordu,
dediğine göre 1700 lerin sonu 1800 yılların başında yapılmış olmalı diye tahmin
ettik. SSCB döneminde ibadete kapatılan 80 yıl boş kalan cami ister istemez
harabe konumuna gelmiş. Tekrar faaliyete geçirmek için ALİ ALİYEV amca
komşularının ve kendi imkânlarını sonuna kadar kullanarak tamir edip
boyattığını içerisine sergiler aldığını. Resmi imam olmadığı için cami kapalı
kalmaması gelenin boş dönmemesi için nerde ise günün her saatinde caminin
avlusunda bulunduğunu ve cemaate imamlık yaptığını bu sebeple köyün baş imamı
olarak anıldığını oğlu Ekrem anlattı. Ayrıca Ali amcanın anlattığı anıda Caminin
avlusunda Amcası Mehmet Hasan’ın 10 kişiyi öldürüldüğü ağacı da göstererek
hafızalarımızda daha iyi kalmasını sağladı. Ekrem Buradan da mezarlığa geçelim
orada geçmişlerimize bir dua okuyalım dedi. Kak, Zagatala yolundan Kak yönünden
geliş tarafında köye giriş yolu üzerinde bulunan Marsan kendi mezarlığa doğru
yürümeye başladık, reyon yoluna vardığımızda Ekremin küçük oğlu Revan eski
köprüden gidek derken, büyük oğlu Aşgın Yeni köprüden gitmemizi istedi. Meğer yıllarca
tek şeritli üstünden bir traktör geçtiğinde dahi sallanan eski köprünün yerine
çift şeritli yeni sağlam bir köprü yapılmış onu ve balık tuttuğu yerleri
göstermekmiş niyetini sonradan anladık. Ama (gapı çay) suyun aktığı mecrasına
yatağına baktığımızda öyle enteresan bir görüntü dikkatimizi çekti ki
şaşkınlığımızı gizleyemedik. Sanki bu manzarayı daha önceden görmüştük çünkü o
mecra bizim köyün ırmağının 1976 yılında DSİ tarafından temizlenerek genişletilmeden
önceki halinin aynısıydı, o hali bizler bildiğimiz için dedelerimiz bizim köyün
yerleşim yerini neden ve niçin seçtiklerini o günkü ruh hallerini çok iyi
anlamıştık.
Mezarlık
bu akan suyun karşı tarafında kalmaktaydı köprüden sonra Yoldan yaklaşık 200
metre yürüdükten sonra köyün mezarlığına geldik kenarları telle çevrilmiş
olduğu için kapalı kapıyı açıp içeri girdik. Girdiğimizde çok geniş gövdeli en
az 200 veya üzeri yaşlardaki ağaçların oluşu mezarlığın çok eski olduğunu ispatlıyordu.
Mezarlık eski mezarlar ve yeni mezarlar olarak bölümlenmişti ilk etapta eski
mezarların bulunduğu yere girmiştik. Orada dikkatimizi Ali Amcanın anlatımında
bahsettiği mezar taşları dikkatimizi çekti. Yapılış şekli lahdi ile çok eski
olanlar Arap alfabesi ile yazılmıştı yazının üstününe esirene sine bakılınca
Osmanlıca olduğu görülen 9 tane mezar gördük 1700 ile 1900 lü yılları kapsadığı
tarihlerden belli idi 1920 sonrası mezarların SSCB nin etkisi ile 1990 lara
kadar olanların Kiril alfabesi ile yazılmış taşlardı. Yeni mezarlarda ise ölen
kişinin resminin lazer teknolojisi ile mermere işlendiği ve günümüz Azericesi
ile yazılmış mermer taşlarını gördük. Mezarlık ta mezarların hepsi doğu batı
istikametinde yani hepsi Müslüman geleneğine göre gömülmüş mezarlar olduğu
görülmekteydi. Çok eski yıllara ait farklı gömülmüş bir mezar aradım ama yoktu.
Bunu neden yazıyorsun diyeceksiniz zira birileri yüz yıllarca Hıristiyan olarak
yaşamışız daha sonra Müslümanlığı seçmişiz diyerek iddiada bulunmaktaydı. Azda olsa
bu dönemin izleri olması gerekir diye düşünüyordum. Burada dikkatimizi çeken
mezarların resim ve video çekimi yaptık belge olarak kalması ve yazıları daha
sonra okumak niyeti ile arşivledik.
Yeni
mezarların bulunduğu yere yöneldiğimizde mezarlık içersinde üstü çatı ile
örtülü kenarları açık sundurmanın altında sabit çakılı salma ve tahtalar ile yapılmış
uzun bir masa ve yine çakma işi sabit oturma tabureler ile en az 50–100 kişinin
birlikte oturup Cenazelerde, Bayramlarda, Cuma ve diğer mübarek günlerde, Kuran
ve dua okuyacağı bir yerin bulunması ilginç gelmişti. Neden böyle bir şey
yapılmış dediğimizde Ekrem bizim bura kış memleketi kar ve yağmur çok olur Mezarlığa
gelen kişilerin okumaları da uzun sürer onun için bu hayat kışın yağmurdan
kardan, yazın sıcaktan koruduğu için burada çok lazım oluyor ondan yapıldı
dedi.
Mezarlıktaki
dua okuyacağımız ve inceleyeceğimiz mezarları görüp görevimizi yaptıktan sonra
mezarlığın kapılarını kapatarak çıktık. Oradan köyün kahvesine gidelim dedik
Ekrem yemek hazırdır gidip önce yemek yiyelim sonra gideriz dedi ve eve döndük.
Geldiğimizde
Ali amcanın gelini Amelya bacımız hingali ve sofrayı hazırlamış ata baba yemeğimizin
yanında mis gibi kokan ekşi maya ile yapılmış tandır ekmeği simit niyetine (katıksız)
yemeksiz dahi büyük bir iştahla yenilecek lezzetteydi. Yemeğin yanında ayran ve
şişeler içerisinde önceden mevsiminde yapılmış meyve suları ile birlikte ikram
ettiler. Yemekte masadaki yemeklerin ve diğer ata yemeklerimizin yapılış şekli
ve tarifleri geçirdiği evreler anlatıyor her iki taraftaki yapım şekli ile
kıyaslamaya çalışıyorduk. Bu arda Nogay çayının orda yapılmadığını öğrendik demek
ki bizimkiler burada Türkiye de öğrenmişlerdi, adı üstünde Nogayların çayıdır esprisini
yaptık. Yemek sofrasının üstüne Ali amcanın diğer kardeşlerinin oğlu ve
çocukları bizim geldiğimizi duydukları için hoş geldiniz demeye geldiler. Hemen hemen aynı yaşlarda olan, Bizim Muammer
e Mami diyorduk onlarda Muhammet e Mami dediklerinde 2 si birden bakınca 2 Mami
yi birbiri ile tanıştırdık niye Mami dediklerinin hikâyelerini anlattılar. Yemek
faslı sohbet ve muhabbetin güzelliğinden bayağı uzun sürdü çay hazırlanmıştı
yapılan ikramını biz almadık kahvede içeriz diyerek çay servisini bayanlara bıraktık.
Hadi kalkalım o zaman diyerek köyün içerisine doğrun Erkem ve Muhammet (Mami)
ile birlikte yürümeye başladık.
Yol
üzerinde merakla bakan kişilere Mami veya Ekrem bizleri tanıştırıyor onların
çoğunun bizim atalarımızdan 150 yıl önceki göç ten haberdar oldukları
konuşmalarında belli olmaktaydı. Selam vererek hal hatır sorup Sohbetler ederek
iyi dileklerde bulunarak ayrılıyoruz ve az ilerdeki diğer komşu veya arkadaşla aynı
muhabbete devam ediyorduk. Tahmini 1500 metrelik bir yol yürüdük. Muhtarlık
market ve kahvenin bir arada olduğu köyün merkezine geldik. Şansımızdan Eylül
sonu Fındık hasadının tam başladığı zaman imiş onun için köy halkının çoğu
fındık toplamakta olduğundan kahvede pek kimseyi bulamazsınız dediler. Ama yinede
10 kişi oturmakta 2 öğretmen arkadaşımız bilardo oynamaktaydı, Kahveye girince sağ
olsunlar herkes hoş geldiniz dediler ve tanıştık sohbet ettik. Onlar sordu biz
cevapladık, biz sorduk onlar cevapladı, dikkatimi çeken herkes bizimle Azeri
(Türkçe) dilinde konuşup cevap vermekteydi. Orada kaldığımız 2 saat içerisinde
merak ettiğim kendi aralarında hangi dilde konuşmaktaydılar ona dikkat
etmekteydim. Denk geldiğim tüm ikili ve gurup sohbetlerinin Azerice olduğunu
görünce orada bulunan arkadaşlara hangi millettensiniz sorusunu sordum aldığım
cevaplar içerisinde Lezgi de, Avar da vardı. Neden Gürcüce, Lezgice, Avarca
veya hangi millettenseniz o dilden konuşmuyorsunuz dedim. Biz ezelden beri atadan
babadan böyle gördük onlarda bu dili tatar dilini konuşuyordu bizlerde şimdi bu
şekilde konuşmaktayız. Bir ara malum sebepten mecburen Rusça konuşmaya
başlamıştık, Gürcüce hiç konuşmadık, eskiden lezgi ve diğer dilleri bilenler
vardı ama şimdi onlarda pek kalmadı dedi. Zaman içerisinde Şunu öğrendik günün
şartlarına uyarak herkesin anlaşa bileceği ortak bir dil kullanma
mecburiyetinde olması gerektiğini ve bu mecburiyet küçük bir köyde dışarı
çıkmayı gerektirmiyor kendine yetebilen içe kapanık bir yer ise sizi ve
konuştuğunuz dili etkilemiyor. Dışarı ile bağlantılı bağımlı, merkezle kamu
kurum ve kuruluşları ile mecburi bağı var ise o merkezin diline uymak zorunda
kalmaktasınız bu da silahsız kansız dil asimilasyonu gerçekleştirmiş oluyor
vurgusunu yaptı. Birçok konuda çok farklı sohbetler bitmek bilmedi ama akşam
saati gelmişti kahveden ayrıldık tekrar eve geldik. Daha önce Zagatala da ki
otelimize döneceğimizi söylemiştik ama Ali amca ve oğlu Ekrem kesinlikle
bırakmayız burada kalacaksınız diyerek göndermek istemediler. Eşyalarımızın orada
otelde olduğu ve ücretinin ödendiğini ve bir gün sonra Aliabad a gideceğimizi
söyleyince ikna ettik ama mutlaka oradaki işiniz bitince gelip burada
kalacaksınız diye söz aldıktan sonra müsaade ederiz dediler. Bize müsaade edin
yoldan bir araca biner gideriz dedik ama Ekrem köyden bir akrabayı arayarak
onun aracı ile bizi Zagatala ya otelimize gönderdi. Marsan köyü gezimiz çok
güzel bir şekilde sonuçlanmıştı otele geldiğimizde gördüklerimizi
duyduklarımızı sevgiyi saygıyı hürmeti samimiyeti görmek yaşamak çok daha
farklı bir duygu idi. Onun şaşkınlığı ile geç saate kadar lobideki sohbetimizin
konusu bu oldu. Yatalım yarın ne olacak ne yaşacağız sorusunun cevabını da
yaşayıp görelim diyerek geceyi sonlandırdık.
A L İ A B A D K E N D İ (KÖYÜ) Z İ Y A R E T İ
26.09.2014 Cuma günü
sabah erkenden kalktık otelimizde sabah kahvaltısını yaptıktan sonra saat 09,30
civarında Aliabad a gitmek için araç bakmaya otogar gittik. Otogarda uzak
mesafelere giden araçların Ahtabozlar olduğunu kısa mesafe köy yâda kasabalara Gazellerin
gittiğini kendi belirledikleri sokakların köşelerinde bekleyerek hareket
ettiklerini ve Aliabad’a giden araçların beklediği yeri tarif ettiklerinde
öğrendik. Tarif edilen yere geldiğimizde gazel dediklerinin minibüsler olduğunu
gördük, arka arkaya henüz yeni gelmiş ve yolcularını indirmekte olduklarını, köye
gidecek arabanın yeni gittiğini, bir sonraki aracın 1 saat sonra kalkacağını
söyledi. Şoför meraklıydı nerden geldiğimizi neden ve kime gideceğimizi sordu,
gerekli bilgiyi verdikten sonra isterseniz bekleyin ben götüreyim sizi, yâda
aracın yan tarafında duran taksilerden biri gösterip buna binip gidin dedi,
hatta sağ olsun taksiciyle kendisi pazarlık yaptı zira orada pazarlık
yapmazsanız zararlı çıkıyorsunuz.
Lada marka şoförü
Azeri olan (Maşın) yani taksiye bindik. Zagatala bayrak meydanından yola çıktık.
Gittiğimiz yolu Bakü den gelirken ve dün Marsan köyüne gidip gelirken görmüştük.
Şoför arkadaş Azeri kökenli cana yakın konuşkan hoş sohbet biri olunca muhabbet
ederek yola çıktık. İlk etapta dikkatimizi çeken Taksilerin Bolluğundan ve
herkesin taksicilik yapmasından dolayı bir sorumuz oldu. Burada pek iş yok
insanlar ellerindeki paraya hemen bir maşın alıyor onunla uzun kısa mesafe
demiyor yolcu taşıyor hem para kazanıyor bide elindeki parası değer
kaybetmiyor, onun için şoförlük burada revaçta dedi. Yol üzerinde gördüğümüz yerlerin
ne olduğunu merak ettiğimiz yerleri sorarak tanıtmasını, ne olduğunu Neye hizmet
ettiği ile ilgili bilgiler almak istedik. İlk birkaç soruyu sorunca kendi otomatikman
yolda her her geldiğimiz yeri tarif ederek anlatmaktaydı. Zagatala şehir
çıkışına geldiğimizde tahmini 25 gün önce buradan şehre doğru 100-150 kişilik
bir gurubun elinde gürcü bayrakları ile yürüyüş yapmak istediğini polisin izin
vermediğini o kişilerin Aliabad lılar olduğunu söylediler ama onlar değilmiş Gürcistan’dan
gelen kişilermiş diyerek bir bilgi verdi. Bu tür bilgiler paylaşarak 18 km lik
yolumuza devam ediyorduk. Yol üstünde sağlı sollu çift sıra ekilmiş ceviz (Koz)
ağaçlarının kime ait olduğunu sorduk bunlar kara yollarının yani devletin
olduğunu, ağaçların çok kalın olanlarının 200-300 yıllık biraz genç olanların
SSCB döneminde 80-90 yıl önce ilk dikenlerin mahkûmlar olduğunu, Daha sonraki
yıllarda yeni ekilmiş olan genç ince ağaçları göstererek, bunları köy halkı
muhtarlar dikmiştir dedi. Bu arada yolumuzun üstünde üst geçide gelmiştik, Bakü
tren yolu hattı olduğunu neft taşındığını söyledi. Yoldan 3–4 yüz metre içeride
soldaki görkemli binanın Zagatala hava alanı olduğunu bu güne kadar küçük
uçaklara hizmet verdiğini. Gelecek yıl 2015 de yapılacak olimpiyatlar için pist
uzatma ve diğer hizmet alanlarının da genişletilmesi çalışmalarının
yapıldığını, büyük uçakların inişi sağlanarak uluslar arası hava limanı haline
getirileceğinin bilgisini verdi.
Yolda ilerlerken yine geniş
bir alanda büyük bir tesis vardı onunda süt ürünleri fabrikası olduğunu ama bir
rivayete göre hijyen olmadığı için; diğer rivayete göre ise istenilen rüşveti
vermediği için kapatıldığını; bir çok kişinin işsiz kaldığını bölge halkının
sütünü değerlendirilerek kazanç sağlamakta iken, kapatılınca halka yazık oldu
onlarda mağdur oldular dedi. Biraz daha gidince fındık ve meyve bahçeleri
içinde halı fabrikası ve satış yerini gösterdi kızlar çalışmaktalar dedi. Yine
yol üzerinde çok geniş bir bahçe ve ağaçlar içerisinde özel güzellikte Naip bulak
restoranının bölgenin en güzel lokantası olduğunu alkollü, alkolsüz, et ve
yemek çeşitleri ile her türlü hizmeti verdiğini, ünlü kişilerin buraya gelerek
yemek yediklerini yol kenarındaki bulaktan herkesin durup su içtiğini söyledi. (Nail
veya Naip Bulak olarak adlandırılıyor) Biraz daha ilerledikten sonra Aliabad kendine geldik GAX, ZAGATALA yolu
üstünde sağlı sollu küçükte olsa bir çarşı oluşmuş sol tarafta Her Pazar günü
kurulan her tür eşya satılan bölgenin çok büyük bir Pazar alanı olduğunu, sağ
tarafta ise köyün merkezine giden bulvar girişinden sonra tek şeride düşen bir
yol görünce tamam geldik burada inelim köyün merkez camisine kadar yürüyerek gidelim
dedik. Daha önce şoföre merkez caminin yanındaki akrabamız Sabir Efendiyev veya
eniştesi Nezir Memmedov un misafiri olduğumuzu söylemiştik. Şoför daha durun
burayı siz ne sanıyorsunuz adının Köy, (Kent) olduğuna bakmayın burası 12.000
nüfusu olan çok büyük bir yer. Daha gideceğimiz çok yol var dedi, aracı sürmeye
devam etti. İlerlediğimiz yol boyunca tüm evlerin bahçe duvarları muntazam ve
bir adam boyu yüksekliğinde içerisi görülmeyecek şekilde örülmüştü. Araç girişi
için ayrı, insan girişi için ayrı demir kapılar yapılmış, içerisinde şirin bir
ev yeşilin her türlüsünü barındıran bahçelerden oluştuğu bir birine benzer
evleri takip ederek giderken şoföre bu durumu ve sebebini sorduk. Neden her
evde duvar var? Mecburimi burada duvar örmek? Diye sordum. Şoför bunlar eskiden
kalma bir adet, bu duvarlar Komünist dönemde askerler ve yabancı insanlar
evlerini kadınlar, kızlar görünmesin diye duvar örmüş. Evlerini duvarların
arkasına saklamışlar. Şimdi onlar Ruslar gitti ama o alışkanlık gene devam
ediyor yeni ev yapanlarda duvar yapıyor dedi. Konuşarak yaklaşık 4-5 km kadar
gittikten sonra merkez camiye gelmiştik. Geldiğimiz yer küçük bir çarşı
konumunda kahve hane bakkal ve diğer ihtiyaçların satışını yapan işyerlerinden
oluşmakta olduğundan bu sebeple insan yoğunluğu vardı. Arabadan indiğimizde
caminin önünde duran 70-80 yaşlarında bir amcaya Rahmetli Sabir Efendiyev, oğlu
öğretmen Hüseyin gilin evini arıyoruz dediğimde hemen tanıdı, haa Efendi Sabir gilin
evini arıyorsunuz! Tamam, caminin kabağında gelin şuradan göstereyim dedi 20
metre ilerledikten sonra köşede durarak 50 - 60 metre ilerdeki bir evi gösterdi
onun yanındaki ev olduğunu söyledi. Amca o yaşında götürmek istedi Teşekkür ettik
size zahmet olmasın seni yormayalım biz buluruz dedik yürüdük. Dediği evin
yanına geldik ama ilk gördüğümüzde beğendiğimiz ne güzel bahçe duvarları ile
çevirmişler dediğimiz evlerin aslında okadarda güzel olmadığını içerisine
girmekte, görmekte seslenmekte mümkün değildi. Sesleniyoruz duyan yok, sonunda
evde kimse yok herhalde, şu ara yoldan arka tarafa geçerek oradaki komşulara
bir soralım dedik arka sokaktaki ilk kapıyı gelip seslenirken bir ilerideki
evin kapısı açıldı içerden kendi köyümüzdeki anamıza bacımıza benzeyen günlük
iş kıyafeti ile güler yüzlü tatlı dilli bir bacı çıkarak neye bakıyorsunuz, ora
amcam gilin evi siz kimi arıyorsunuz dedi Efendi Sabir in evini arıyoruz, Biz Türkiye
den Ceyhan dan geldik dediğimizde buyurun, buraya buyurun sizin aradığınız ev
burası dediğinde, ben Rıdvan ve Sefa Polat kardeşlerimin tarifinden benzeterek
siz Dilafruz hanımsınız değilmi dedim evet benim dedi. Geri eve dönerek bizleri
misafir etti. Bir yere gitmek üzere olduğunu hissettiğimiz Dilafruz hanıma, biz
sizi işinizden etmeyelim ne yapacaksanız siz işinize bakın dedik. Gayet açık
sözlü bir şekilde, doğru komşuya gidip beraber ekmek yapacaktık. Ama şimdi onu
telefonla ararım durumu bildirir benim ekmeği de yapmasını isterim dedi. Bu arada
Dilafruz bacım evde Gençliğinde Aptex (Eczacı) olan Annesi Zennube teyze ve
amcasının hanımı Peri teyze ile tanıştırdı elleri öptük oturduk, hiç
ummadığımız sorular sormaya başladı. Meğer Dilafruz Bacımız Bizim oraya iki kez
gelmiş misafir olmuş bizim oradaki misafir olduğu Laçinbala ve Polat ailesinde herkesi
çok iyi tanıyordu. Sohbeti çok güzel bir boyuta taşıdı neden geleceğinizi
önceden söylemediniz daha farklı olurdu dedi.
Bizler sizleri
rahatsız etmek istemedik, Nezir Bey Burada olsaydı onu arayacaktım, ama oda
Almanya’da Tıp ihtisası yapan kızı Sevdanın yanında onun için onuda aramadım. Dediğimde
Nezir Beyin Akşam Almanya’dan döndüğünü Bakü de olduğunu söyledi ve anında
telefon ederek bizim geldiğimizi bildirdi ve aynı zamanda bizimde Nezir beyle
görüşmemizi sağladı. Yeni geldiği için birikmiş işleri olduğunu iki gün sonra Aliabad’a
gelebileceğini söyledi. Nezir beyin geleceğim Dediği günde geri dönüş
biletimizin olduğunu o kadar kalmayacağımızı söyledik. Öyleyse Israrla Bakü’ye
Erken gelmemizi orada misafir etmek istediğini söyledi. Zira Nezir Bey ile
internet ortamında sürekli görüştüğümden neyi aradığımı ve nereleri ziyaret
etmek istediğimi bildiği için size yardımcı olması için köyde birkaç arkadaşımı
telefonla arayarak sizinle görüştüreceğim diyerek telefon görüşmemizi
tamamladık.
Çok güzel güneşli bir
son bahar günü idi Dilafruz bacının evin içerisinde oturmamız için yaptığı
hazırlığı durdurarak, sizin için sakıncası yoksa dışarıda asma altındaki masa
ve sandalyeleri gösterdik bura bizim için daha iyi diyerek dışarıda oturmayı
tercih ettik.
Hemen ata yadigârı
semaveri yakarak çay hazırlığını başlattı. Bizleri gören diğer konu komşu ve
akrabalardan gelenler ile küçük bir meclis oluştu. Nezir beyin aradığı kişiler
Cuma günü olması sebebi ile Cuma namazından sonra gelebileceklerini örgenince namaza
da 1 saatlik bir zaman vardı bu zamanı değerlendirmek için bizim köyden
bildiğim ve daha önce edindiğim tecrübelerime dayanarak kadınların bir birleri
ile diyaloglarının daha güzel olduğunu. Kültür aktarımında erkeklerden daha
aktif ve hafızalarının daha iyi olduğunu, Anaların boş zamanlarında kızlarına
veya torunlarına anıların içerisinde bilgi aktardıklarını defalarca şahit olmuştum.
Bu süreyi değerlendirerek aklımızda sormayı düşündüğümüz o soruları sormaya
başladık. Öncelikle Yalçın abilerin çekmiş olduğu videoda izlediğimiz tatlı
dilli ile konuşan 113 yaşında olduğunu söyleyen Hürü neneyi sordum? Onlar gelip
gittikten son 2 yıl sonra siz sağ olun rahmetli oldu ondan sonra arka arkaya Şirin
Amcasının, Babası Sabir Beyin ve Kardeşi Hüseyin Beyin rahmetli olduklarını,
onlar öldükten sonra köydeki işlere bakmak üzere kendisinin işini bırakarak
yaşlılarla ilgilendiğini anlatan hüzünlü bir öykü ile duygularımız allak bullak
olmuştu.
Düşündüğümüz gibi kültür
aktarımı aynı şekilde burada da yaşanmış gayet güzel, çok güçlü hafızaları
vardı ve çok ince detaylarına kadar net bir anlatımla cevaplarımızı almaya
başlamıştık.
Göçü çok ince detaylarına
kadar biliyorlardı zira 1990 lı yılların sonuna kadar Sabir amcanın annesinin Hürü
Nene yüz yaşın üzerinde yaşamış o tüm anılarını kızına gelinine torunlarına o
kadar güzel anlatmış ki işte ondan aldıkları bilgileri aktarmaktaydılar. Osmanlı
Rus savaşı (1293) 93 harbi veya SSCB ye bağlanmadan önce 1921 yılı öncesinde en
az 2 - 3 kez bir postacının Türkiye’den mektup götürüp getirdiğini o tarihe
kadar Türkiye ile bağlantılarının olduğunu. Hatta 1890 ve 1920 arasında orda
doğanla burada doğan çocuklara aynı isimlerin verildiğini örnekleri ile
anlatmaktaydılar. Ziyat Amca abdest almak üzere evine gitmişti geri döndü Cuma
namazı saati geldiği için camiye gitmek üzere evden ayrıldık.
ZİYAT Bey ile Aliabad
merkez camisine girdiğimizde yarım saatlik bir zaman olduğu halde avluda cemaat
bayağı kalabalık olarak gelmişti, kimi abdest almakta, Kimi avluda sohbet halinde idi. Öncelikle
bizlerde abdestimizi alalım ondan sonra sohbete dâhil oluruz dedim, caminin
abdestliği farklı yapısı ile dikkatimi çekti, büyük uzun korunaklı bir
sundurmanın altında kalın su borusu üzerine karşılıklı 20 musluğun olduğu ve
aynı anda 40 kişinin abdest alabileceği beton oturaklar demirden ayak basacak
yerleri ile farklı ve kullanışlı bir emaret olduğu gördük ve kullanmak nasip
oldu abdestimizi almıştık.
Çevremdeki insanlar
ile sohbete başlamıştım yabancı olduğumuz her halimizden belli oluyor dikkatli
ve meraklı gözler ile takip ediyorlar gir geç olanlar gelip kim olduğumuzu ve
neden geldiğimizi soruyorlar, herkese ayrı ayrı cevap veriyordum. Efendi
Sabir’in akrabaları olduğumuzu söylediğimde karşımızdaki kişilerin her şeyi
anlamasına yetiyordu. Namaz saati yaklaştıkça Caminin avlusu bir anda gencecik
çocuklar ve okul talebeleri ile dolmaya başladı. O kadar güzel bir görüntüydü
ki Kamera ile o anları kaydetmeye başlamıştım bu konuşmaların birçoğu bu
kayıtlarda mevcuttur. Cemaatin bizlere, bizim cemaate sorularımız oldu, Cami
çok güzel bir görünümdeydi, duvar taşları bu güne kadar gördüklerimizden çok
farklı idi. Yerli materyal dedikleri çevredeki nehirlerden toplanan iri çakıl taşları
ile bin yedi yüzlü yılların sonunda yada bin sekiz yüzlerin başında en az iki
yüz yaşında olduğunu minaresinin de aynı yıllarda tuğladan yapılmış olduğunu yalnız
1920 ila 1991 yılına kadar kominizim döneminde ibadete kapatılarak kullanılmadığını
o yıllarda evlerde gizli gizli evlerde toplanarak ibadet yaptıklarını. Onarlı yirmili
guruplar halinde Cuma ve teravih namazlarını kıldıklarını anlattılar. Kominizim
bitip yasaklar bittiğinde zaten evlerinde anne babadan öğrendikleri dini
bilgilerini açıktan camilerde yapmaya başladıklarını. Şu an köylerinde bulunan
Aziz Mahmut Hüdai Vakfının bir dini eğitim okulu, (İmam Hatip) kuran kursu ile
hem kendilerine hemde bölgeye imam yetiştirdiğini, dini bilgileri eksiksiz ve
kusursuz bir şekilde öğrenerek gençleri yetiştirdiklerini anlattılar.
Ben muhatap olduğum kişilere
ısrarla Gürcü müyüz (Gürcü müsünüz) sorusunu sordum. Hiç kimse gürcüyüz demedi
hayır bizler İngiloyuz demeleri çok dikkatimi çekti. Bu cevabı gencide
yaşlısı’da ısrarla tekrarladılar.Köyde başka dinden insanlar, kilise varmı
dedim yok dediler.
İmam cami içerisinde
vaaz vermekteydi müezzin bizi ve dışarıda oturanları caminin içerisine davet
edince hep birlikte içeri girdik. Can kulağı ile sessiz sedasız imamın vaazını
dinlemeye başladık. Çok geçmeden gelen cemaat camiyi tamamen doldurdu, hatta cami
içerisinde altta yer kalmadı. Tüm camilerde olduğu gibi Üstte yarım çekme kat
vardı, orası bile dolmuştu hatta dışarı avluya sergi dahi isteyenler oldu namaz
kılanların sayısının bin kişinin üzerinde olduğunu sanıyorum. Ezan okundu ve
namaz başladı 4 rekât sünnet kılındı. Dikkatimi İmamın Cuma hutbesinde 10 gün
sonra gelecek kurban bayramı üzerine verdiği dini bilgiler çekmekteydi. Hutbe
aynı idi ama Bizim burada ölçüler hep buğday pamuk, hurma iken orda ölçü
Fındıktı. Fındığın önceki yıllar 1 manat olduğunu ama bu sene 3 manata
satıldığını niyetiniz olduktan sonra ortalama 100 manat ayırarak herkesin
kurban kesebileceğini anlatması dikkatimi çekmişti. Cuma namazının farzı
bittikten sonra imam Selatintuncine yi okudu, çalışan memur ve öğrenciler camiden
çıktılar. Camide Kalan herkesin topluca saf tutarak cemaatle Zühre’yi ahir
namazı kılması oldu. İmam Şafi mezhebine göre imamla birlikte farz kılar gibi kılınan
namaza yabancı değildim. İlk göçen Atalarımız hepsinin hoca olduğu imamlık
yaptıklarını 1920 ye kadar tüm çocuklarını kendileri eğiterek imamlık
mertebesine getirdikleri halde, ayrıca salma yöntemi ile köy halkından para
toplayarak imamların ücretlerini kendileri ödedikleri zamanda yıllarca camimize
şafi imamlar tutmuşlar. O imamların arkasında namaz kılmışlardı, ama 1980 li
yıllardan sonra diyanetin tayin ettiği imamlar geldi Hanefi mezhebine göre
namaz kıldırdıkları için o tarihten sonra uydum imama diyerek niyetlenen köyümüzde
Zühre’yi ahir namazı kılınmadığı için unutulmaya yüz tutmuştu. Böyle bir
uygulamaya dâhil olmak beni 35 – 40 yıl öncesine ve o zaman sağ olan köyümüz
büyükleri ve akrabalarımla aynı safta kıldığımız Cuma namazlarına geri götürmüştü.
Namaz bittikten sonra gençler
imamın ve büyüklerin cumasını kutlayıp Allah kabul etsin diyerek camiden
çıkmaktaydılar. Bizde o guruba dâhil olduk imam ve köyün büyüklerine aynı güzel
dileklerde bulunduk. İmam efendiden helallik istedik ve tanıştıktan sonra ayaküstü
biraz sohbet ederek caminin dışına kadar çıktık. Cemaatten soruları olan
arkadaşlar imamla özel görüşmek istedikleri için biz ayrıldık, ZİYAT amca ile caminin arkasında yatan atamızın
mezarını ziyaret ettik Arap veya Osmanlı alfabesi ile yazılmış mezar taşını
okumaya çalıştık. Ziyat amca bu şahısın kendisinin ata babası İrzabala olduğunu
1700 lü yılların sonunda vefat ettiğini ve kuvvetli bir âlim olduğu için cami
avlusuna gömüldüğünü söyledi rahmetle anarak dua ettik daha sonra camiden
çıkarak eve doğru yürüyerek geldik.
Dilafruz bacım yöresel
yemeklerden oluşan güzel bir sofrayı hazırlayarak masaya çıkartmıştı, birlikte
oturup afiyetle yemeğimizi yedik, ellerine sağlık çok güzel yemeklerdi ve
pişirim tekniği ile tadı damağımızda kalmıştı. Yapılışını baharatlarını
sorarken mevzu geleneksel Ata yemeklerimiz hinkal, girs, keçevle, makara, papa muhabbeti
ile sohbetimizi devam ettiriyorduk, bu arada semaverde çayımızda hazır olmuştu.
Yemek faslından sonra
gelecek olan beklediğimiz misafirin Ramiz Beyin Emekli Muallim, Aliabad’ın
Muhtarı (Belediye başkanı) yöneticisi olduğu ayrıca, Tarih öğretmeni
araştırmacı yazar değerli bilgilere sahip bir kişi olduğuna dair bilgiler
verildi. Tam bunlar konuşulurken dış avlu kapısı açıldı iki kişi göründü. Ramiz
Beyle Nazım Bey gelmişlerdi hoş geldin ve Tanışma faslından sonra İlk görüşte Ramiz beyin bıraktığı intiba cana
yakın hoş sohbet biriydi hemen kaynaştık. Sorularımızın çok olacağını anladığı için geldiğinde
saat 15 di ve ancak17 ye kadar 2 saat zamanı olduğunu baştan söyledi, bu süre
içerisinde çok verimli karşılıklı bilgi alış verişimiz oldu, zira uzun bir
konuşma olduğu için bu konuşmayı ayrı bir başlık altında anlatmak istiyorum
RAMİZ BEY İLE YAPTIĞIMIZ BİLGİ PAYLAŞIM
SOHBETİ
Ramiz muallim Nazım Balayev
ile birlikte gelmişlerdi, onlar geldiğinde biz büyük bir yemek masasının
etrafında 11 kişi yemeğimizi yemiş ve sohbetimizi etmekteydik. Hoşbeş hal hatır
faslımızı yaptık tamda çay servisinin üstüne geldikleri için çayımızı beraber
yudumladıktan sonra mevzuya girdik.
BİZ: Ramiz Bey bizler iki
devlette yaşayan Aynı milletin insanlarıyız, ama bu bir milletten nedense çok
farklı sesler çıkmakta. Şu ana kadar bizi ilgilendiren bu konuyla ilgili yazılı
kayıt olarak iki kişinin belgelerine ulaşabiliyoruz.
Biri İlya Datunaşvili (Gürcistan
Tiflis üniversitesi öğretim görevlisi) kendince bulduğu belgeler ile sadece
Konuşulan dilden giderek ve bunu ana dil olarak vurgulayarak, Gürcü olduğumuz
tezini ileri sürmekte ve nitekim kendince taraftar bulmuş durumda.
Diğer taraftan Şirin Bey Hacı
Aliyeva da 2 bin yıllık tarihi irdeleyerek gürcü olmadığımızı belgelemekte.
Bunların yanı sıra Bizlere
atalarımızın anlattıkları var. Yaşam biçimi, görgü kuralları ev, ve çevre
düzenlemeleri, yemek kültürü, folkloru gibi değişmeden halen günümüze aktarılıp
gelen. Bu gün dahi devam eden genetik kalıtsal davranışların hem bizim
köyümüzde hemde sizin burada, aradan 150 yıl geçmesine ve bir birinden haberdar
olmamalarına rağmen, aynısı olduğunu gözlemlemekteyim. Kısacası birileri bir
şeyler diyor diye bunları destekleyen kavramlar, yaşanmış olaylar ile
bağdaşmayınca inandırıcı olmamaktadır. Onun için sizin bu konular hakkında
bayağı araştırma yaptığınızı duydum, sizin bilgilerinizden faydalanmak
istiyoruz.
İlk soruyu isterseniz biz soralım; size göre
biz gürcü müyüz? Yâda hangi milletteniz?
Ramiz beyin kesin ve
terettütsüz verdiği cevap;
Hayır, kesinlikle biz gürcü
değiliz, Bunun en güzel tescilini, izahını gürcüler, bizlere direk gürcüsünüz
demeyerek, İngiloy Gürcülerisiniz demekle, Başka bir halktan gelmekte
olduğumuzu kendileri de tescillemektedirler.
Bu sebeplerle bizler ayrı
bir etnik guruba mensup olan İngiloy halkıyız. Çevremizdeki irtibatta olduğumuz
tüm halklar bizi İngiloylar olarak tanır ve adlandırırlar.
İngiloylar Kafkasya’nın
otokton halklarından Lezgiler, Abazalar, Çeçenler, Avarlar, Adigeler gibi aynı
atalara sahip kendine özgü bir halkız dedi; Bunu izah etmek için bölgenin
Milattan önce ve sonrasındaki tarihini incelemek ve bilmek yeterli olacaktır
dedi.
Bir halkın soyunu konuştuğu
dili değil atasından aldığı genleri belirler. Konuşulan dile bakılarak siz bu
milletensiniz şundansınız demek yanlış olur. Şuan dünya küçüldü kıtalardaki
insanlar bir diğerine geçerek tüm ulusların halkı dünyanın her yerine dağılmış
durumda, birkaç nesil geçtikten sonra onların çocukları ana dillerini unutmuş
mevcut olduğu ülkenin dilini konuşmaktadır. O zaman o insan ana dilini bırakıp o
dili konuşuyor diye o milletten birimi oluyor. İngiltere’deki bir zenci ana
dili İngilizce diye İngiliz mi oluyor, yâda sizin Almanya’ya giden Türk
çocukları Türkçe bilmeyip almanca konuşuyor diye onlar Alman mı oluyorlar yâda
sizler Türkiye desiniz şuan bizim konuştuğumuz dili bilmiyorsunuz diye bizden
değilsiniz demek doğrumu olur. Zaten bu konuşulan dil bile bizim atalarımızın
ilk ana dili olmadığını size izah edeceğim.
Bizler: mevzuya girerek bu
kelimeyi ilk kez 1970 li yıllarda İlya Datunaşvili’nin Aslan Laçinbala’ya
gönderdiği belgelerden duyduk. Bizim köyde 150 yıl önce buradan göçerek gelen
Atalarımız, Babalarımızdan hiçbir şekilde İngiloy Kelimesini kullanmadığını ve
hiç birinin bu ismi duymadığını ne anlama geldiğini dahi bilmediklerini
söylediklerini ilettim. İlya Datunaşvili mektubunda bu kelimenin anlamının Yeni
gelenler (Yeni gelen Gürcüler) olduğunu belirtmişti hiç kimse bu isme bir anlam
verememişti dedim.
Ramiz Bey: İngloy kelimesinin
ne zamandır kullanıldığı net bir şekilde söyleyemem o zamanlarda bu kelimenin
yerine başka bir isim kullanılmış olabilir ondan dolayı bilmiyor olabilirler.
İngiloy kelimesi söyleyene
göre değişiyor. Gürcüler O dediğiniz anlamda yorumluyorlar. Azeriler farklı,
biz daha farklı anlam yüklüyoruz.
Biz : Ramiz Bey İngloy aksanı ne demek?
Ramiz Bey: Aksanın tarifini
birlikte yaptık, tüm dillerde olduğu gibi başka bir dil gurubundan gelip yeni
bir dil gurubuna katılan milletlerin kendi anadilinde mevcut olan kalıp ve
kurallar ile o dilin içerisine girmesi ve konuşurken açık ve net bir şekilde
görülen aksanlı vurgulamalı dil farklılığıdır.
İngiloy aksanı Gürcü dil ailesinin içerisine
sonradan girmiş bir milletin kendi anadilinde mevcut olan kalıp ve kuralları
uygulayarak konuşurken kendine has özellikleri bariz bir şekilde vurgulayan ve
ayrıca ana dilinden gelen bazı kelimeleri de kullanarak Gürcü dilinden farklı
bir dil olduğu bariz bir şekilde görülen konuşma dili veya aksanıdır.
İngiloy aksanının
oluşmasındaki ana sebep Bölgenin Gürcistan hâkimiyetinde olduğu dönemlerde
bizim halkımıza pazarcılık satıcılık yetkisi verilmemiştir. Satıcıların
tamamının Gürcülerden oluşması ve bu satıcıların, günlük haftalık aylık yâda
yıllık alış veriş için pazara gelen halkın, Alacağı eşyayı Parmağı ile işaret
ettiği veya eline alıp gösterse dahi gürcü dilindeki adını söylemediği sürece
satmadığı veya sattırılmadığından. Bizim halkımız mecburiyetten dolayı konuşma
dilimizde pazarda alınıp satılan temel ihtiyaçların adlarından başlayarak
pazarda derdini anlata bilecek kadar Gürcü dilinden gelen %70 kadar kelimenin
oluşturduğu. Kendi aralarında dışarıdan alınmayan elde yapılan yer tarifi veya
başka şeylerde kullandıkları Atadan Babadan kalan birtakım kelimelerin eski ana
dilden kalarak gelen %30 luk kısmı ile oluşmuş farklı bir aksanla konuşulan
dildir.
SSCB döneminde Kentlerimize
(Köylerimize) tahmini 50 -60 yıl önce Gürcü mektepleri geldi. Gürcistan’dan
gelen Öğretmenler ve oradan getirdikleri ders kitapları diğer materyaller ile
ana dilimizdeki %30 olan fark şu an %10 - 15 lere kadar düşmüştür. Onlarda
gürcü dilinde karşılığı olmayan veya yerine başka kelimeler kullanılan
detaylardan oluşmaktadır.
Bunun en güzel örneğini
1994 yılında sizin oradan Kazım Laçinbala ve oğlu Mehmet ATAŞ la birlikte
gelen. Bizimkilerin Biza Ahmet dedikleri (Ahmet ATAŞ) ın kendimizde misafir
olduğu sürece bizim koca kişiler ile yaptığı konuşmalarında şahit olduk. Bizim
Gürcü okullarından yetişen yeni nesil onun konuşmalarına yabancı kalırken, koca
kişiler eski bilgilerinden dolayı çok güzel anlayıp konuşuyorlardı. Kısacası
gençlerimiz büyüklerimizi de etkileyip anadilden gelen birçok kelimenin yerine
bu gün okullarda öğrendikleri yeni Gürcüce kelimeler kullanarak aradaki fark %
oranı kapanmasını sağlamışlardır. Ama her ne kadar uğraşıp her kelimeyi
değişseler bile, aynı kelimeyi bir (Kartlinin) Gürcünün söyleyişi ile bir
İngiloyun söyleşi arasında vurgu farkı hiçbir dönemde giderilememiş İngloy
aksanı her zaman belirgin kalmıştır.
Biz: Ramiz Bey İlya
Datunaşvili veya onun izinde gidenler, Gürcülerin iddia ettiği bir tez var
İngiloy kelimesi yâda
İngiloylar için Hıristiyanlıktan sonradan Müslümanlığa geçenler anlamında
Müslümanların dinine yâda aramıza yeni gelenler olarak adlandırmaktadırlar. Bu
meselenin aslı ney izah eder misiniz?
Ramiz Bey: Onların dediği
tamamen yanlış, öyle bir şey yok bizler hiçbir zaman Hrıstiyan olmadık, Bizim
atalarımız milattan öncesinden buyana var olan. Tarihteki ilk din Âdemin dini
veya Töre dini diye bilinen bir dine tabilerdi. Bu dini duymuş muydunuz
dediğinde daha önceden konuya vakıf olan Kardeşim İsmail Kaya Ramiz Beyin
söylediklerini daha fazla detaylandırarak Tenğri veya tanrıya inandıkları, diğer
dinlere veya milletlere göre belirgin mabetleri olmadığını, din adamlarına her
toplumda farklı isimler verildiği gibi bilgileri birlikte paylaşarak orada
bulunan herkesi ziyadesi ile bilgilendirmişlerdi.
Bölge Osmanlıların
hâkimiyetine geçtiği 1563 yılı sonrasındaki süreçten önce bile belki azda olsa İslam
inancına mensup kişiler,şeyhler, tekkeler vardı, Bu tarihten sonra Osmanlıdan
gelen Sünni din adamlarından İslamiyeti öğrenerek gizlisi saklısı olmadan açık
ve net olarak tüm halkımız hep birlikte İslamiyeti kabul etmiştir. Zira bizler tarihin
hiçbir döneminde Hıristiyan olmadık. Eğer Hrıstiyan olsaydık kendimizde kilise
ve mezarlıklarımızda bunun izlerini gösteren ters gömülen mezarlar olması
gerekirdi. Az önceki konuşmada sizinde söylediğiniz gibi, bu tabir sizin atalarınız
göç ettikten sonra, bizim buralarda birçok kend ve icmada malum yöntemler kullanılarak
insanların sonradan Hıristiyan olduğuna dair birçok yaşanan olayların olduğu ve
bunları anlatan gösteren kayıtların mevcut olduğunu herkes bilmektedir. Bu
durumda onların dediklerinin tam tersini de söyleye bilirsiniz. Dinlerini
değiştirip Hrıstiyan olan insanlar artık bizler tam bir gürcüyüz dediklerinde;
Onlar: Evet sizler
Gürcüsünüz ama İngiloy Gürcüsüsünüz diyerek sınır çizmiş kapı dışında bırakarak
kendisinden saymamıştır.
Şu hususu dikkate almazsak
mevzunun hassasiyetini anlayamayız. İnsanların içinde bulunduğu günün
şartlarına karşı aldığı pozisyonlarda önemli, o gün bölge Gürcü ve Rus esareti
altındadır. Dost ve düşman kavramı, Bir saldıran var, Saldırı karşısında da
kendini savunmak için birleşen halklar var o bloğa kendisi veya düşmanları
tarafından verilen toplu bir ad var.
Asıl olan İngiloy isminin
ne zaman, nerde, kimin koymuş olduğu değil. Bu gün İngiloy kelimesinin bizim
için ne ifade ettiğini soracak olursanız; Sizin Atalarınız buradan göç etmeden
önce kendimizi tanıtacak, ifade edecek bir isim kullanılmıştır ki sizler orada
kendinizi o isimle tanıyıp tanıtıp öyle ifade ediyor, tanıtıyor olabilirsiniz.
Bizler bu gün için İngloy
demekle şunu ifade ediyoruz. Gürcülere “<Gürcü dilinde danışık edirik ama bizler
sizden değiliz yani Gürcü değiliz>. Siz Azerisiniz diyenlere <Sizden
olsak Şia Mezhebinden olurduk, Bizler farklıyız Sünni ve İmam Şafi
mezhebindeniz bu sebepten sizden de değiliz>. Avar, Lezgisiniz diyenlere <Kan
ve gen bağımız sizlerle aynı olabilir, ama sizlerden de farklıyız, zaman
içerisindeki gelişmelerle sizin dilinizde değilde Gürcü (İngiloy) dilinde
danışık ettiğimizden dolayı bu gün sizden de farklıyız>” demek anlamına
geldiğini izah ediyoruz. Biz bu bölgenin tüm otokton halkları gibi, kendine
özgü örf adet, gelenek, görenekleri ile uyum içerisinde olan Kafkas halklarının
özünden biriyiz.
Zira bir dönem bizim
atalarımıza inandıkları Töre dininden dolayı Törükler denildiği söylenmiş ve
yazılmıştı.
Neden böyle denildiğini
biraz irdelemek gerek. İlk din Âdemin dinine birçok coğrafyada töre dini
denilmekteydi ve bu dine inananlara Törükler deniliyordu. Zaman içerisinde ilk
kurucularının ve inananlarının aynı bölge ve aynı soylardan gelmesi de dikkate
alınarak, bu isim kısaltılmış Törükler (Türkler) olarak söylenir olmuştur.
Bunun en güzel örnekleri, boy farklılığı olan Moğol, Uygur, Kırgız, Kazak,
Özbek, Türkmen, Azeri, Türk simaları ve genetik yapıları ile bir birinden
farklılık gösterdikleri halde bu toplumların hepsine birden neden Türkler
denildiğini biliyoruz değilmi.
Osmanlılar veya vekili Şah
Abbas döneminde bölgemizde yaşayan halklar bu günküne benzer bir demografi
sergilemekteydi, Halkımızın içerisinde Kendlerde icmalarda müstakil veya diğer
halkların arasında yerleşik olarak yaşamakta olan 70-80 bin civarında
Hıristiyan dinine mensup (Kartli – Kaheti) Gürcü nüfusu mevcuttu. Bu insanlar
bölgede çıkan her itilafta inisiyatifi Gürcüler lehine kullanmakta idi. Şah
Abbas bu durumu bildiği, sorunu kökten çözmek için bölgede yaşayan Gürcülerin tamamını
Gürcistan içlerine veya İran daki şehirlere sürgün etti. Yerlerine Dağıstan’ın
muhtelif şehirlerinden yiğit mert güvenilir savaşçılar olan Lezgi, Avar, Sakur,
Ahat, Andi gibi birçok Çerkez halkını getirerek onların boşalttığı yerlere yerleştirdi.
Bizim atalarımız 1600 lü yıllarda zaten tasnife tabi olmuşlar. Gürcü
olmadığımızın kararı 400 yıl önce verilmiştir. Eğer gürcü olsalardı o gün sürgüne
giden insanların arasında olmaları gerekirdi. Sürgüne göndermeyerek hangi
halktan olduğumuzun kararı zaten o yıllarda verilmiştir. Sürgüne gitmesini
engelleyen ve hangi halktan olduğumuzu belirleyen şu unsurlara dikkatinizi
çekmek isterim.
1. İlk
inancımız olan Töre, (Törük) dininden dolayı bizlere Törükler (Türkler) denilmesi
2.Şah Abbas henüz gelmeden İslamiyeti ilk kabul eden, kabilelerden, milletten
olmamız.
3. 1600 lü yıllarda Dilimizin içerisinde
Gürcüce olmayan ve ana dilimizden gelen en az %30 luk veya fazlasını oluşturan konuştuğumuz dil ve aksan farkından.
4. O yıllarda
çevre köy ve şehirlerin bir birini daha iyi tanıyor biliyor olmaları sayesinde Gürcülerden
olmadığımızı, imtiyazlarımızın bulunmaması ve o günkü Gürcülerin bizi
kendilerden saymamaları, tasnifte ayrılmamıza sebep olmuştur.
Dil konusunda verdiği
birkaç örnek çok dikkatimizi çekmişti. En önemlisi tarihe geçmiş belgelerden
biri olan Dede korkut destanında geçen bir dörtlüğü, yine kardeşim İsmail Kaya
nın devamını getirerek tamamladığı. En az 1000 - 1100 yıllık sözlerden birini “Eşik” kelimesinin geçtiği kısmın bizde
Türkçedeki bu günkü anlamını veya manasını sordu. Kapının önündeki ağaç veya
taş toprak yükselti olduğunu söyledik. Kendisi Azericede de aynı olduğunu
söyledi. Yanımızda oturan 90 lı yaşlardaki Zennube, İnayet ve Peri teyzelere
tarif ederek; Sizin çocukluğunuzdan bu güne kadar veya eski koca kişilerden
duyduğunuz şekli ile bizim dilde ne denir? Diye sordu. Onlarda hepsi birden
Eşik dediler, Gürcücesi ney diye sordu biraz düşündükten sonra yine aynısını
söyleyerek biz atadan böyle biliyoruz eşik bizim dilde değilmi? Demeleri, buna
benzer insanların kendilerinin yaptığı, çarşıdan pazardan alınmayan birçok
kelimenin varlığının ne izah ettiğini dikkat çekmemizi istemişti.
Biz:
Ramiz Beye bu anlattıklarınız doğrultusunda ortaya ne çıkıyor o zaman biz hangi
milletteniz?
Ramiz Bey: Bunu izah etmek için yine bayağı geriye milattan öncesine giderek uzun bir
şekilde anlatmak gerek. Gerçi Şirin Bey Hacı Aliyeva nın kitabını okuduğunuzu
söylemiştiniz. Şirin Bey Hacı Aliyeva detaylı bir araştırma yaparak bu konuyu kitaplaştırdı.
Ama yinede ben bazı konuların biraz yüzeysel geçildiğine eksiklerinin olduğuna
inanıyorum diğer boyutları ile birlikte daha geniş detaylı incelenmesini
önerirdim.
Milattan önce bölgenin
hâkimi ve birçok milletin atası olan “Gel”
tayfası yaşamaktaydı bizim atalarımız onlardan gelmekte. Bölgeden geçen İpek
yolunun Kafkas dağlarındaki tek geçidi, Derbent geçidinin önündeki verimli vadi
ve ovalara sahip alan stratejik bir öneme sahip geniş bir alandı. Bu sebep ile
zaman içerisinde birçok milletin devletin hâkimiyeti altına girmiştir. 1000
yıldan fazla bir süre Alban devletinin hâkim olduğu topraklar, Milattan Sonraki 600 yılından sonra Avar ların
gelerek Alban devletinin hâkimiyetine son vermeleri 500 yıl süren
hükümranlıktan sonra 1180 yılı sonrası Gürcü Krallığının hâkimiyetine geçtiği,
daha sonrasında Moğolların, İranlıların, Osmanlının, Şah Abbas’ın, Gürcülerin,
Rusların hâkimiyetlerine girmiştir. İster istemez yerel halk bu milletlerin
kültürlerinden etkilenmiştir.
Zaten şuan konuştuğumuz
konularda bu kozmo polit likten kaynaklanmaktadır.
Hiçbir millet yoktan var
olmaz. Var olan bir millette yok olmaz.
Tarih kitaplarında birçok
milletin devletlerinin yıkıldığını ve devamının kesildiği görülmekte, halkın
tamamı katliam yapılıp kılıçtan geçirilmediği sürece, onların o devletlerin
milletlerin halkının yok olduğu anlamına gelmez. Orayı istila eden güçlü ve
hâkim konumda olan halkın içerisinde asimile olarak veya farklı isim alarak
varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Günümüzde GEL ismiyle
anılan hiç bir halk yok, Gel lerin öncesinin ne olduğu, hangi halktan geldiği,
şu an kimlerin hangi milletlerin ortak atası olduğunu araştırıp bilmek gerek, ama
1500 yüz yıllık geçen süreçte Çok büyük bir nüfusa sahip olan bu halkın
neslinin yok edildiği katledildiğini gösteren hiçbir belgede yok. Gel halkının
kendilerini istila eden milletlerin arasına karışarak asimile olmuş veya orada
farklı isimler ile yaşamış ve yaşamaktadırlar. Bizim gibi Büyük guruplar
halinde olanlar azda olsa varlıklarını bir şekilde sürdürürlerken, büyük
gurupların içinde kalan, küçük guruplar zaman içerisinde tamamen asimile olup o
gurupla bütünleşmişlerdir. Bu sebeplerle GEL tayfasının karıştığı Akrabalık
kurduğu halklar arasında Lezgilerin, Avarların ve diğer Kafkas halklarının
isimlerinin sayıldığı bilinmektedir.
Yani bu bilgiler
doğrultusunda 200 yıl önce bilinen Gürcülerin, Rusların bölge halkına verdiği ad
LAKELER (Lekeler) ismi genel kullanılmış bu sözle Avar, Lezgiler ve Bizleri
yani üç imamlar döneminde Rusların karşısında savaşan tüm kendilerine karşı olan
Kafkas Halkları kast edilmiştir.
Yani bu gün Türkiye’de
sizlerin kullandığı gibi, Çerkezler dendiğinde tüm (Şapsığ, Kaberdey, Lezgi,
Avar, Abhaz, Çeçen) Kafkasya’dan gelen halklarının kast edildiği anlamın
benzeri olan bu söze göre sizin dedelerinizin kendilerini Avar veya Lezgi
olarak adlandırdıkları sözlerin doğru olduğunu söylemek gerekir.
Biz: Anlattığınız
konuyu destekleyecek bilgi ve belge bulma şansımız varmı
Ramiz Bey : Bu
anlattıklarımı direk ifade eden belge bulmanız imkansız ama elimizde bir çok
kayıt var bunlar Gürcü dilinde ve Rusça olmak kaydı ile Muhtarlık (Belediye)
arşivinde mevcuttur.
Biz: Bu belgeleri görme şansımız varmı?
Ramiz Bey :
Belgeleri görseniz bile Siz Gürcü dili
veya Rusça biliyor musunuz? Bilmediğinize göre bir şey anlayamayacaksınız.
Tercüme ettirmek üzere suretlerini isteyeceksiniz, onuda biz yapamayız, çünkü o
belgeler özel izine tabi belgeler, Zagatala’dan veya Bakü den resmi makamlardan
izin almadan sizlere belge vermem imkansız.
Biz:
Atalarımızın buradan göçmeden
önceki nüfus veya resmi kayıtları varmı onları öğrene bilirmiyiz?
Ramiz Bey : Evet kendimizin geriye dönük en az 400 yüz
yıllık belgelerin kayıtları var, orada bu bilgileri bulabilirsiniz ama onlarda
aynı izine tabi. Senin belgeye ihtiyacın yok ki, senin aradığın kişiler zaten
belli. Gidenler (Muhammedveliyan lar, Madalar, Dalakavriyanlar, Ganlipapalar,
Sofiler, Hocalar) kabileleri, Aliabattan. (Galalılar, Gandaxlılar, Musullular, Muganlılar,
Marsanlılar) ayrı kentlerden, Sen Soy ve kabile ismini söyle akrabaların zaten
seni kendileri bulurlar onlardan daha güzel bilgiler alabilirsin. Zira sizden
önce gelen Kazım Laçinbala bu bilgileri 1992 yılında araştırarak tek tek
kabileleri buldu onlara yaşayan akrabalarının olduğu bilgisini verdi. Yani sizin
neslinizden olan kişiler 22 yıl içerisinde ölmemişse sizlerden haberdardırlar.
Bundan sonrasını mahalle
veya evlere gittiğinizde öğrene bilirsiniz dedi.
Biz: Ramiz bey bizim köyde yaşayan insanların
göçtüğü Gala, Gandax, Musul, Mugan, Marsan köyleri ile Aliabad halkı aynı
milletten mi onlar hangi milletten ler. Diye sordum. Bu soru üzerine meclisimizde
küçük bir istişare oldu
Ramiz Bey : O köylerin tüm halkı tanıyorum diyemem.
İçlerinde azda olsa tanıdıklarımız var onlardan malumatımız olduğu kadar, benim
bildiğim veya arkadaşların söylediğine göre diğer Kafkas halklarından
yaşayanların olduğunu söyleye bilirim. Zira Şah Abbas döneminde 400 yıl önce Tüm
köyler tasnife tabi olmuş her köye her şehre Dağıstan’dan gelen halklar
yerleştirilmiş, bu süreçte hangi millet çoğunluksa azınlığın kendisine uyum
sağlamasına sebep olmuştur. Özetle 100 hanelik bir köye 10 hanelik Dağıstanlı
gelmişse çoğunluga uymuş 100 hanelik bir köye 200 hane gelmişse onlarda aynı
keza gelenlere uymuşlar. Bizim köyde de durum aynı olup biz çoğunluk olduğumuz
için onlar Avarlar, Lezgiler veya diğerleri bize uymuş asimile olmuşlardır. Yani
ataları onlardan olanlarda bugün İngiloy olduklarını söylemektedirler. Dedi
Biz: Aslında şu ana kadar köyünüzde gördüklerim ve
sizlerin anlatımından duyduklarımla bu soruyu sormamam gerekir diye düşünüyorum.
Ama ortada sanal ortamda kayıtlı resmiyet teşkil eden bir fiili durum var. Rüstem
Şapaşvili arkadaşımız sizin köyü temsil eden İngiloy ru adlı internet sitesinin
olduğunu burada Aliabad’la ve İngiloylar la ilgili her tür bilgiyi bulacağımızı
belirtmişti. O sitede bizim köye geldiğinde, köyde çektiği resim ve görüntüleri
yayınlamasından sonra bizden de bir şeyler var diyerek ingiloy ru adlı siteyi
köyümüz sayfalarında paylaşıp insanlarımızın okumasını istedik. Siteye giren yeni
nesil köyümüz gençlerinin bizim köyle ilgili yazıların olduğu sayfalardan başka
diğer sayfalarına da girip okuduklarını. Oradaki yazıların gürcü dilende
yazıldığını ama Googlede çeviri programını kullanarak Türkçeye çevirip
okuduklarını. Çeviri hatası değil ise oradaki yazılardan rahatsız olduklarını o
sayfalarda gürcü okullarımızı istiyoruz, kiliselerimizi istiyoruz, dinimizi
yaşamak istiyoruz, Gürcistan’a bağlanmak istiyoruz diyen yazıların bulunduğu
duyunca bende okudum resimlerle desteklenmiş bu yazıların ne anlama geldiğini
ve ne demek istediklerini bir anlam veremedim.
Şuan burada gördüklerim ve
sizin söylediklerinizle bağdaşmadığını gördüğüm bu siteden, bu yazılardan haberiniz
varmı, yok mu, sizler kiliselerinizi geri istiyor musunuz? Sorusunu sordum
Ramiz Bey: Belirttiğimiz siteden
haberdar olduklarını, başkalarından da aynı şikâyetler geldiğini, kendileri
veya köy ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını farklı kişiler tarafından
yönetildiğini, tasvip etmedikleri öyle yazıların yazıldığını ve sitede
yayınladığını çeviri hatası bulunmadığını doğrulayarak bu sebepten sitenin
bizleri temsil etmediğini düşünüyoruz, köy halkının zaten doğru dürüst girip
bakmadıklarını. Öyle düşünen kişiler varsa bile koca kent deki tüm haneleri
temsil edemeyeceklerini. Onların sayıların çok az olabileceğinin bilgisini
aldım.
Biz: Birde Bizi getiren şoförün bahsettiği 25 gün
önce Zagatala’da yapılan 100-150 kişilik gösterinin sizin köydeki insanlar
tarafından yapıldığını ama polisin tuttuğu kişilerin sizden olmadığını söyledi
durum ney?
Ramiz Bey: Bizim ilgimiz
alakamız yok ama her nedense köyümüzün adı geçmiştir. Her milletin içinde iyisi
olduğu kadar kötüsü de vardır. Belki Katılan birkaç kişiden dolayı öyle
denilmiş olabilir dedi.
Bu konuşma bayağı uzun
sürdü meclisimizde bulunan teyzelerimizde mevzuya dâhil oldular Şuan köyde yaşayan
4 haneden bahsederek sonradan din değiştirdiklerini 12000 nüfusun içerisinde
bunların kendilerini temsil etmediğini söylediler. Bu konuşma yaklaşık 10 – 15
dakikalık bir sürede oradaki meclisimizde herkesin dâhil olması ile konuşuldu
tartışıldı.
Ramiz Bey Geldiğinde saat
17 de bir yere gitmesi gerektiğini o saate kadar zamanı olduğunu söylemişti.
Ama sohbet güzel ve çok faydalı olduğu için zamanın nasıl geçtiği hiç fark
edilmemişti Ramiz Beyin telefonu çaldı saatine baktı, kendisini bekleyen kişi arıyordu,
gideceğim dediği saati 40 dakika geçtiğini görünce fark etmedik sözümüze geç
kaldık. Bana müsaade ederseniz Nazım beyden beni gideceğim yere bırakmasını
isteyeceğim, diyerek müsaade istedi. Vedalaşırken video çekimi yapamadık hatıra
resmimiz olsun diyerek bir resim çekildik ve Ramiz beye verdiği bu faydalı bilgilerden
dolayı teşekkür edip uğurladık.
Ramiz beyin verdiği
bilgiler içerisinde tartışmamız gereken yerler olabileceği için orada bulunan
kişiler ile bazı konuları yeniden açarak tezat oluşturup oluşturmadığına dair
kritikler yapmaya başladık.
Ramiz Muallim beyi, Nazım
Balayev kardeşim arabası ile Muhtarlığa bırakıp geldikten sonra bizleri Aliabat’ın
görülmesi gereken yerlerini ve köyün mezarlığını gezdirmek istediğini, akşam
olmadan çıkmamız gerektiğini söyledi sağ olsun ev sahibimiz akşam yemek
hazırlıkları yapacağını hatta Bakü’de oldukları için Nezir beyin dayalı döşeli evini
bizim kullanımımıza hazırlayacağını söyledi. Zagatala da Grata otelde
eşyalarımızın olduğunu ve gitmemiz gerektiğini izah ederek müsaade aldık, oradan
büyüklerin ellerini öperek ve hayır dualarını alarak vedalaştık ayrıldık.
Köy diye bildiğimiz
yer aslında bir kasaba imiş, ama yerleşim şekli ile arsaların çok büyük olması,
her evin 3 ila 10 dönümlük genişlikte, içerisinde evi ağılı samanlığı tüm
müştemilatları ve çiçekliği meyveliği sebzeliği ayrılmış bahçe dizaynı ile tam
bir Kafkas halklarının kullandığı ev avlu dizaynına sahip evlerden oluşmaktaydı.
Biz Muhammedveliyan
sokağını merak ettiğimiz için öncelikle oraya gitmek istemiştik ama her
caddenin uzunluğu 2 – 3 km den az değildi yâda gözümüze öyle geldi öncelikle
çevre köylerin yollarını ve yerlerini gösterdi. Musul köyünü adını sıkça
duyduğumuz Alazan çayını derken güneş batmaya akşamın alaca karanlığı düşmeye
başlamış köyün inekleri camızları gelmeye başlamıştı Bizim dedelerimizin de bu camızları
arabalara koşarak geldiklerini ve köyümüzde hala camızların bulunduğunu söyleyip
eskiyi yad etmiştik artık insanlar iş güçle ilgileneceği ve alaca karanlık
olmaya başlayınca geziyi sonraya bıraktık, Nazım Balayev bey aracı kendi evine
sürerek bir çayımı içmeden sizleri bırakmam dedi. Kısa bir süre içinde olsa o
güzel kardeşimin ailesi çocukları ile tanışma fırsatımız oldu. ama hepimizde iz
bırakan bir yaşında küçük bir kız çocuğu, Nazım beyin torunu, oğlunun kızı,
Zeynep o kadar tatlı ve sevimliydi ki maskot gibiydi sanki. Yaptığı şirin hareketlerle
kendini sevdirtmekteydi. Depremden hasar gören eski evinin yerine yeni yaptığı
evini, bahçesinden çıkan iki adet bulakları Altı ağıl üstü samanlık olan
sağlıklı ahırını gezip inceledikten, çayımızı içip bahçesinden topladığı
meyvelerden yedik. Sonra ailesi ile vedalaştık. Nazım bey ile Zagatala ya
gitmek üzere yola çıktık. Henüz ilk kavşağa gelmiştik bu büyük bina ney dedim Nazım
Bey (Aziz Mahmut Hüdai vakfı) Aliabad İslam medresesi olduğunu ve yatılı okul
hizmeti verdiğini durun size göstereyim dedi. Büyük bir kapıdan içeri girdik
sanırım yemek saati yakın olduğu için tüm genç öğrenciler dışarıda idi aynı
zamanda Öğretmenlerde boş ve dışarıda lardı bizim geldiğimizi görünce nöbetçi
öğrenci hemen öğretmen veya idarecilere haber verdi. Nazım Beyi tanıdıkları için
bizleri de tanıştırdılar öğretmen arkadaşımızın Türkçesi pürüzsüzdü dikkatimizi
çekti siz sanırım Türkiye den siniz dedim. Evet Türkiye’den geldim Samsun 19
Mayıs üniversitesinde öğretim görevlisiyim aslen buralıyım 45 günlük iznimde
gelip halkıma hizmet ediyorum dediğinde duygulandım insanlarımızın yanlış
kişilerin elinde yanlış yönlendirilmemesi gerektiğini bu insanlara gerçek
islamı hak yolunu öğretmek üzere burada olduklarını ve sabahtan öğleye veya
saat 15,30 kadar Azerbaycan okullarında okuduklarını o saatten sonra
geldiklerinde 3 yada 4 saatlik dini eğitim verildiğini 4 yıllık eğitimin
sonunda isteyenlerin yeterlilikten geçmeleri şartı ile imamlık yaptıklarını
devlet denetiminde türkiyedeki imam hatip seviyesinde bir yatılı öğretim kurumu
olduklarını söyledi bunları öğrencilerin birbirlerine saygısı ve efendilikleri,
aldıkları eğitimin kalitesini göstermekteydi değerli öğretmenlerimizle anımız
olması için bu resimleri çekilmiştik. Yaptıkları amme hizmetinden dolayı
teşekkür ettik ve başarılar dileyerek vedalaştık oradan ayrıldık. Aliabad dan
çıkmış Zagatala yolunda sohbet ederek yola devam ediyorduk. Yol kenarındaki Trafik
polisine gördük yavaşladık, burada patrol dediklerini öğrendik.
Nazım bey yarın size
Zagatala yı gezdireyim burada görmeniz gereken ve tarihimizi gösteren yerler
var oraları sizlere göstereyim dedi. Yol boyunca sohbet ederek görmemiz ve
bilmememiz gerekenleri anlatarak bu kez Zagatala’ya farklı yoldan asma köprüden
geçerek girdik. Yukarı Tala bölgesindeki caddelerin güzelliklerini görerek otelimizin
önüne geldiğimizde Nazım Beyden Akşam yemeği için misafirimiz olmasını istedik,
ama evden gelen bir telefon ile kalamayacağını ve hemen geri Aliabat’a dönmesi
gerektiği için yarın sabah görüşmek dileği ile diye randevulaşarak ayrıldık.
Otelimize geldik akşam
yemeğinden önce çarşıyı biraz gezdik açıkçası bölgenin özel farklı
yemeklerinden bula bilirmiyiz dedik ama o tür yemeklerin öğle yemeği için
yapıldığını akşam saatine kalmadığını öğrendik bu sayede çarşının büyük bir
bölümünü bayağı gezmiş olduk saat az ilerleyince (21,00 – 21,30) sıralarında sokaklarda
artık kimse kalmamış tüm işyerleri kapanmıştı geri otelimize geldik otelin
lokantasında uzun süren bir akşam yemeği yedik, yatmak için odamıza çekilip yattık.
O sabah henüz biz
kalkmadan sözünün eri Nazım Bey Sabah saat 07,30 da gelmiş aşağıdan korna çalıp
telefon edince hemen kalktık balkona çıktık, bizim yeni kalktığımızı görünce
bir işi olduğunu 1 saat sonra geri geleceğini söyledi hemen giyinerek otelin teras
katındaki kahvaltı salonunda kahvaltımızı yaptık ve Nazım beyi bekletmemek için
aşağıya indik. Tüm bankalar bizim bulunduğumuz bayrak meydanında olduğundan bir
yere çıkmadan elimizdeki parayı manatla değiştirmemiz gerekiyordu onu yaptık.
Aslında Türkiye deki anlaşmalı bankalarda hesabınız varsa kartınızla
hesabınızdaki TL yi manat olarak bankamatik lerden çekmenizde sağlanıyor onun
için boşa sıkıntıya girmeye hiç gerek yokmuş sonradan öğrendik.
ZAGATALA ŞEHRİNDEKİ
GEZİMİZDEN KESİTLER
Önceki günlerde yürüme
mesafesinde olan bir çok yeri gezmiştik ama Zagatala şehrinin çok geniş bahçeli
evlerden oluşması sebebi ile çok büyük bir alana yerleşmişti. Aşağı Tala , Tala,
Yukarı Tala ve Çar olmak üzere 4 bölgeden oluşmakta olan bu şehri araçsız
gezmeniz biraz zor olur. Zagatala şehrini ben 1970 yıllarda ki Osmaniye şehrine
benzettim tek ve iki katlı evleri ile yeşillikler içerisindeki meyve bahçeleri
sanki kardeş şehir gibiydiler. Bahçeleri sulamak için açılmış su kanalları (Arklar)
dahi aynı idi, şimdi 40 yıl sonra Osmaniye taş yığını oldu ayrı bir şey tabi.
Onun için Nazım
Balayev kardeşim belirttiği saatte geldiğinde bizler bu şehirde görmemiz
gereken yerler nerelerse sana bırakıyoruz diyerek arabaya binerek yürümeye
başladık. Birbirine benzeyen sokaklardan geçerek ilerlerken tanıtıyor ismini
Heydar Aliyev Küçesi (Küçe Sokak demekmiş) tanıtarak gidiyordu, nadiren çok
katlı yeni binaların yapıldığını gördük onların ne olduğunu sorduğumuzda bir
kısmının özel bir kısmında devlet tarafından yapılan inşaatlar olduğunu
belirterek hemen aracı o istikamete sürdü. Bir yıl sonra Azerbaycan’da Avrupa
olimpiyatları olacak onun için yapılan olimpiyat kompleksi ve spor tesis
binaları olduğunu söyledi. Çoğu bitmiş durumdaydı. Zagatala nın genç
sporcularının o tesislerde çalışmalarını yaptıklarını olimpiyatlara
hazırlandıklarını gördük. Buradan da Zagatala nın kalesini göstereyim dedi dağ
eteğine doğru ilerleyerek şehir içerisinde kalmış kalenin kapısına geldik tamda
kaleye yakışır azametli demir giriş kapısı kapalı idi Nazım bey seslendi
kalenin görevlisi (bekçisi) Hayrettin Recepov bey geldi kapıyı açtı içeri
girdik, hoş sohbet beyefendi bir kardeşimizdi buyurun gezin dedi kardeşim
İsmail bu güzel eserlerin biz detaylarını öğrenmeyelim mi bize biraz bilgi vermeyecek
misin dedi tabi veririm çoğu yalnız kendileri gezmek istiyordu o sebepten dedim
diyerek gezdirmeye başladı. İlk bakışta kale duvarlarında eski ve yeni örmeler
görünce tadilat yapıldığı besbelliydi. İri çakıl taşları ile örülmüş taşların
ilk yapıldığında harcının kireç ve yumurta ile yapıldığı onunla örülen duvarın hala
sağlam olduğu. Tadilat gören yerler çimento ile yapıldığından onun kadar
dayanmayacağı bariz belli idi. Ecdat yadigârının öyküsünü anlatmasını istedik
en çok dikkatimizi çeken kısmı Şeyh Şamil’in İmam olduktan sonra ilk fırsatta (Çarbalakan)
Zagatala’ya gelerek kaleyi ve şehri Rusların elinden almak için Kafkas
dağlarını aşarak geldiği o gün bugündür ağaçsız yol gibi duran tepeyi gösterdi.
Kaleyi fet ederek ilk girdiği kapının yıllarca Ruslar tarafından kale geri
alındıktan sonra cezalı kapı ilan edilmesini anlattı. Yol üstünde Süvarilerin
Ahırlarını kalenin suyunu karşılayan sarnıçları, askerlerin koğuşlarını
kısacası kalenin her yerini detaylı bir şekilde gezdirdi. Bu gezi ile ilgili Resim
ve video çekimi yaparak anı olarak yanımızda getirme imkânı bulmuştuk. Buradaki
gezimiz bittikten sonra kalenin bekçisi Hayrettin Recepov beye Veda ederek kaleden
ayrıldık. Biraz daha ilerledikten sonra CAR bölgesine girdik. Orada Rahmetli
Ünlü Çeçen lideri, Cevher Dudayev’in en az 300 bin kişinin katılımı ile
Açılışını yaptığı İmam Şeyh Şamilin büyük büstünü görmemiz için oraya
gittiğimizi söyledi.
Üç yol kavşağının
birleştiği alandaki küçük bir parkın içerisinde azameti ile duran şehrin hala
kendi himayesinde olduğu gösteren büstü bile bizi duygulandırmaya yetmişti. O gün
omuz omuza olanların duyguları kim bilir nasıldı. Burada bir dua okuyarak
rahmetle andık Şeyh şamilin bölgede dilden dile anlatılan öykülerini dinledik.
Araba ile Çar’ın
içerisinden geçtik bu arada zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişiz saat 12
olmuştu geri çarşı merkeze döndük Bizdeki adı öğretmen evi olan Zagatala Reyonu
Medeniyet Evine geldik burada bizim kasabanın muallimleri vardır onlarla
tanıştırayım dedi ve ilk karşılaştığımız ve bizi görünce hemen karşılayan Değerli
Kardeşimiz Şahid MADAYEV ile tanıştık beraber oturduğu diğer muallim arkadaşlarımızla
da tanıştırdı güzel bir sohbet ortamında demli çayımızı yudumlarken sohbet koyulaştı
Şahid Bey Köydeki Madalar kabilesinden kendi akrabalarını sordu ona Türkiyedeki
akrabası Osman Mertin kendisine çok benzediğini amca oğlu olduğunuzu kim görse tasdikleyeceğini
söyledim. Bu konuşmanın üstüne masada oturan diğer arkadaşlar merak ederek sorular
sordular. Şahid bey bizlerin 150 yıl önce bu topraklardan göçen akrabaların çocukları
olduğumuzu ve akrabaları görmeye geldiğimizi söylediğinde hayret ve
şaşkınlıkları gözlerinden okunuyordu. Yaptığımızı takdir etiklerini belirten
güzel sözler söylediler.
Ramiz bey ile dün
yaptığımız sohbettin detaylarından bahsettik değerli hocamın da bu konuda
duyduğu bildiği atadan aktarımlarını da dinledik. Genelde aile öyküleri dışında
bilgiler ortak noktada buluşmaktaydı ama yinede güzel faydalı bir bilgi
paylaşımıydı burada 1 saatten fazla bir zaman geçmiş altında oturduğumuz ağacın
gölgesi yola doğru kaydığında güneşten yer değiştirelim dedik Şahit bey buradan
kalkalım başka güzel oturacak yerlerimiz var oraya gidelim dedi ve kalktık. Biz
gönlümüzden geçeni dile getirerek arkadaşlarımızı yemeğe davet edelim istedik,
kalp kalbe karşı derler ya aynı şeyleri onlar da düşündükleri için ben
Muammerle beraber Nazım Balayev’in, Kardeşim İsmail de Şahid Beyin araçlarına
bindik Zagatala dan çıkarak Aliabad yoluna girdik yolda gelip geçerken sürekli
gördüğümüz (Nail-Naip) Bulak tesislerine gideceğimizi buranın bölgedeki yemek
yenecek en güzel yeri olduğunu söylediler. Tesislere geldiğimizde şöyle bir
çevreyi gezdik oraya adını veren bol suyu olan (Naip-Nail) Bulak ın ismini
nerden aldığını ve öyküsünü Şahid bey şöyle özetlemişti Bu bulak Şeyh Şamilin
ve Naip lerinin gelip burada Abdest alıp namaz kıldığı ve savaş veya savunma
kararları aldığı Toplantı yerleri imiş onun için Bulağın adı Naip Bulağı olarak
adlandırılmış ama halk dilinde Nail bulak olarak söyleyenlerde var ama onlarda
aynı Naip anlamında kullanmak tadır. Ata yadigârı bu güzel kaynaktan bir bardak
su içtik, çok güzel kaliteli şişelenecek evsafta bir su olduğu için lokantaya yemek
yemeye gelmese dahi yoldan geçen herkesin durup bu kıymetli sudan içtiği ve
sonradan içmek için su kabını doldurdukları bir yerdi. Hatta bize burayı
tanıtan Şahit beyle konuşurken Bize çok dikkatli bakan birisini fark ettiğimde
hayırdır arkadaş birine mi benzettim diyerek mevzuya girdiğim şahısla sohbete
başladık karşımıza temiz bir Türkçe konuşması ile başlayınca şaşkınlığımızı
gizleyemedik sen ne geziyorsun burada dediğimizde az ileride duran 34 plakalı
TIR’I göstererek onun la Bakü ye yük getirdiğini buradan Zagatala dan İç Fındık
yüklediğini Türkiye ye götüreceğini söyledi Bizim neden burada olduğumuzu sordu,
durumu izah ettik onun şaşkınlığı daha da arttı. Bizim Türkiyelilerin buralarda
akrabaları olduğunu bilmiyordum insanların cana yakınlığı buradan geliyormuş öğrendiğim
iyi oldu dedi. Kendisininse Samsun lu olduğunu söyledi orada da bu bölgeden
göçmüş köyler ve insanlar var dedik onların Dağıstanlılar olduğunu söyledi
hemen işi düzelterek buradan 150 yıl önce insanlar göçerken bu bölgede Dağıstan
toprağıydı sonradan bura Azerbaycan’a bağlandı ondan dolayı Dağıstanlılar
dediklerini biliyor musunuz dedik. Gidince öğreneceğim diyerek Tır cı arkadaşı
uğurladık biz Lokantanın tesislerini biraz gezdik. Çok geniş ve ağaçlarla dolu
bir bahçe içerisinde yer sıkıntısı olmadığından seyrek dizilmiş masalar
yerleştirilmiş birçoğu öğle yemek saati olması sebebi ile yemek yiyen ailelerce
dolu durumda olduğunda güzel manzarası olan yola yakın bir masa seçerek oturduk.
Şahid bey Gelen garsona Bu arkadaşlar Türkiye den gelen misafirlerimiz, onlara
biz sizin bu bölgenin en iyi lokantası olduğunuzu söyledik onun için bizi mahcup
etmeyin dedi. Garson abi o zaman siz işi bana bırakın ben size herkese hitap
edecek Lüle, Tike, Bastırma ve Keçevle den oluşan ortak bir menü hazırlayım
dedi öncelikle çok mu açsınız? Azmı? Diye sordu o ney diye bir birimize bakarken.
Bizde yemek ne kadar olsun bir mi? bir buçuk kişilik mi? olsun sorusunun
benzeri olduğunu söyleyerek, kardeşim İsmail yok çok aç değiliz birer kişilik
normal porsiyonlar halinde olsun diyerek siparişimizi verdik. Burada tüm
lokantalarda olduğu gibi ana yemekler hazırlanana kadar sıcak tandır ekmeğinin
eşki mayalısı, hazır çarşı mayalısı ve beyaz unlusu olmak üzere üç çeşidi
kahvaltı tabağında sunulan peynir çeşitleri ve tere yağ ile birlikte masaya
getirdiler. Tandır ekmeği ile okadar leziz diki zaten ana menüye gerek yokmuş
dedik. Ana yemekler Soğumaması için pişirim süresi sırası ile getirdiler en son
olarak keçevle geldi. Biz keçevleyi köyde bal kabağı ile yapılan tatlı niyetine
yenilen şekerli bir börek olarak yapıyor o şekilde tüketiyorduk. Ama bu gelen
keçevle şekerli değil kıymalı etli ve sac üzerinde pişmiş etin içindeki baharatlarının
kokusu dışarı vuran, nefis bir görünümde etli börek idi. Birer tane alıp
yediğimizde herkes diğer yemeklere hiç gerek yokmuş, keşke sadece keçevleden
yeseymişiz dedik. Yemekte sohbetlerimiz devam etmekteydi Şahit Bey Aliabad’daki
orta öğretim okunun müdürü idi, Kardeşim İsmail Kaya da İstanbul Bakırköy
Bayram paşa İnönü Endüstri Meslek lisesi Atölye Öğretmeni olunca Kardeş okul
kapsamında yapılacak yardım ve girişimler konusunda mevzusunu derinleştirdiler.
Denklik sorununu nasıl aşılacağı gibi konular falan derken bir saatten fazla
bir zaman geçmişti kalmak zamanı gelmeden malum niyetimiz baştan belli bizim
davetlimiz olacaklardı lavaboya diye çıkan kardeşim İsmail hesabı ödemek
istediğinde Şahid bey kasaya tembih ettiği için ücreti almadılar. Israr ile
ödemek istememize rağmen Biz gelsek siz Türkiye de böylemi yapacaksınız bize
dediğinde söyleyecek söz bulamadık ve paranız geçmez cevabı aldığımızda bir kez
daha bu güzel insanlar bizi mahcup etmişlerdi. Teşekkür ederek lokantadan
ayrıldık.
ALİABAD’A İKİNCİ KEZ
GİDİYORUZ YARIM KALAN GEZİYİ TAMAMLAMAYA
Araçları direk Aliabad’a
sürdüler girişte durup Aliabad levhasının yanında birer resim (Şekil) aldıktan
sonra Önümüzde giden Şahid beyi Takip ederek Madaların Muhammedveliyan ların
sokağına girdik. Sanki kendi köyüme girmiş gibiydim evet burada da tüm evlerin yüksek
taş duvarları vardı ama yaklaşık iki üç yüz metrelik aralıklar ile ev lerin
önünde insanların oturması sosyalleşmesi için tahta çakma sedir veya iskemleler
vardı. Aynı bizim köyde olduğu gibi. Bu güzellikleri görünce Rahmetli İbrahim Dedemin Nazmiye Halama anlattığı yolun kenarından
içilecek kadar temiz ve bol akan ark vardı dediği söz dikkatimizi ilk o çekmişti.
Bununla beraber Yine Nazmiye halamın detayı ile
anlattığı başka bir anı, bir anda gözümün önünde canlanmıştı. “Bir bayram
arifesiydi köyümüz Dağıstan da sabah saatlerinde Çoğu zaman Olduğu gibi yine Nazmiye
halamın yanına elini öpmeye uğradım Ceyhan’a gideceğim şehirden bir isteğin bir
ihtiyacın varmı dedim. Oda sabah erkenden kalkmış evinin avlusunu süpürmüş yeni
bitirmiş yorgundu. Dinlensin diye birer sandalye çektik aşağıda, avluda oturup
sohbet ediyorduk. Oğlu Hasan abimin öğle sonu geleceğini tüm ihtiyaçlarını
akşam telefonda bildirdiğini alıp getireceklerini söyleyip, benim sormama çok
memnun olmuş olmalı ki Dua etti birkaç özelliğim den dolayı beni dedeme
benzetirdi. gözleri doldu Adı sahibin, yani İbrahim dedem babası aklına
gelmişti ne oldu hala dediğimde kafasını kaldırdı tüm komşular Samet abinin
kızı Fatma, Durmuş emminin kızı Meryem, İğneci Âlinin gelini Tülay, kısacası
herkes Bayram temizliği için avlusunu süpürüyordu. Süpürge yapanları gösterdi rahmetli
babam da gördüğünde hep ağlardı. Dedi ve devam etti, evimizde bekâr genç kız
iken Bir gün bana da süpürgeyi bıraktırdı yanına gidip oturdum neden ağlıyorsun
baba dediğimde Hem ağladı hemde anlattı. Annesini çok küçük yaşta kaybettiği
için Mada Oğlu Hacı Muhammed’in eşi Tanrıverdi Kızı Azize teyzesinin yanında
çok zaman geçirirmiş. Azize teyzesi avlu süpüren birini görse ağlamaya
başlarmış, kendi kızı gelini olursa süpürmeyi durdurur o işi kendi görmeden
yapılmasını istermiş. Bir gün kızı Mihriye sormuş ana niye bize süpürge yaptırmıyorsun
komşular bile süpürge yapamaz oldu senin ağıtından bunun sebebi ney diye sormuş.
Azize teyze buraya gelmeden ana yurdumuzda da şimdi sizlerin yaptığı gibi aynı
şekilde her sabah erken kalkar inekleri sağar avluyu süpürdük. Bizim evin
karşısına kadar ben süpürür kalan kısmı Komşumuz İsmail emminin hanımı
süpürürdü bana göre yaşlı olduğu için çoğu zaman ona kıymaz onun avlusunu da
ben süpürürdüm. Oğlu Abdullah evlenecek yaşa gelip kız aradıklarında ısrarla
küçük bacım Şirin’i almalarını istedim onları da anamı babamı da ben ikna ettim
baba evimizde olduğu gibi karşılıklı avlu süpürürüz karşıdan karşıya konuşuruz
dedim Allah razı olsun dediğim oldu bacımı aldılar 8-10 yıl gönlümden geçirdiğim
gibi çok güzel günlerimiz oldu. Yolumuz bu gurbet ellere düştü yolda gelirken
Bacım Şirin ve kocası Abdullah da öldü şimdi sizin çaldığınız her süpürge sesi
bana bacımı ve onunla yaşadığım günleri anıları hatırlatıyor. Süpürge çalma
sesinden konuştuğunu anlamıyorum deyip onuda hep durduruyordum. Onun için o
anlar gözüme geliyor ondan ağlıyorum yavrularım diyerek anlattı. Bu Öyküyü
dinleyen Ben dâhil herkes ağladı, işte benimde aklıma hep anam ve teyzem
geliyor, bende çocuk halimde onları çağırmaya gider acıktım derdim. Öyle ayrılırlardı
ama yine konuşmaları bitmez az bekle dediklerinde çocuk aklıyla kızardım. Aklım
başıma geldiğinde o anların ne kadar güzel bir şey olduğunu anam değil ama
teyzemden öğrendin. Onların bu muhabbetini niye kestiğime kızıyorum aynı anılar
benimde gözümde canlanıyor işte bu sebepten ağlıyorum kızım demiş. Nazmiye
halam bunun üzerine bende babamdan daha önce kalkıp süpürge yaptım yâda babam
tarlaya camiye gidince avluyu süpürdüm. Şimdi bu süpürge sesleri onların
uzaktan bir birleri ile konuşmaları beni geriye götürdü bende babamı hatırladım
bayram üstü rahmet ve dua istemiş diyerek tarihten bir sayfa geçmişti.
Geldiğimiz adresin her
şekilde doğru olduğu kesinleşmişti uzun bir sokak olduğu için Önce yol boyunca
sonuna kadar gittik. Geri döndüğümüzde kış hazırlığı yapan kamyonla balyalar
halindeki getirdiği yoncaları ağıla istifleyen arkadaşı görünce Nazım Balayev
kendisine de lazım olduğunu nerden ve kimden aldığını öğrenmek için durup
sorunca bizde araçtan inip sohbete başladık. Önce bizleri tanıştırdı Burca İsayev
in Rahmetli Şirin nenenin halası Hacı Murat dedenin bacısı Haice nenenin torunu
imiş yani akrabalarımızdan biri atadan babadan duyduğu bilgi ve güzel anıları
anlattı. Evine davet etti ama işi yoğun olan adam meşgul edilmezdi. Onun için
sohbeti kısa kestik onlarda az dinlenmiş bizde bilgi sahibi olmuştuk
vedalaşarak ayrıldık.
Bizden önde Şahid
beyle kardeşim İsmail, Asırlardır Madaların ikamet ettiği evin önünde durmuş
orada Abdullah İsmailov amca ve diğer komşular ile sohbete başlamışlardı. Bizde
yanlarına giderek tanıştık konuşmaya dâhil olduk tekrar olmasın diye
kaçırdığımız konuları İsmail den sonra öğreniriz diyerek konuşmayı az
dinledikten sonra bizleri ilgilendiren yerden müdahil olduk. Hepsi birbirinden
değerli cana yakın insanlardı, sanki kan çekmişçesine bir yakınlık hissi
vermişti. Geçmişten anıları anlatırken Abdullah Amca duygulanıp ağlamıştı.
Bizleri gören Konuşmaları duyan diğer komşular gelmeye başladı bir anda onlarda
sohbete dâhil oldular.
“Nazmiye Halamın dedemden aktardığı bir anının bende
ifade ettiği anlam duygusal yaşanmış bir an olarak hafızamda yer etmişti. Şimdi
o anı burada farklı bir anlam kazanarak işe yarayacağını nerden bilebilirdim.
Madaların evini bulmuştuk ona komşu olan 4 evden veya civarından biri bizim
dedemizin yurdu olmalıydı. Soy ismi bu topraklarda Azerbaycan’da ne zaman
verildi bilmiyorum ama İsmailov soyadını kullanan Abdullah İsmailov bizim akrabamız
mıydı? Abdullah ve Kurbanının orada kalan küçük kardeşlerinin çocukları İsmail
onlarında Ata Babası olabilirmiydi. Diğer komşuları da görüp sormadan tanımadan
hemen karar vermemek gerekirdi. Bide şu durum vardı Daha önceki giden ve
akrabalarını arayanlara bunlar mal mülk istemeye geldi gibi bir tavır alarak
uzak durup bilgi vermediklerinden bahsettikleri için biraz tedirgindik.
Tedbirli davranarak sorular sorup yanlış anlaşılmaya yol açmayalım diyerek
farklı bir üslup kullandık.”
Bu güzel insanlarla Yaklaşık
yarım saate yakın konuşma süresinde yine çok değerli faydalı bilgiler ve anılar
dinledik sorduğumuz bazı sorularımıza net cevaplar alamadığımız için kesinlik
kazanmayan bilgileri kayıtlardan araştırmak üzere sonraya bıraktık yani
akrabalarımızla hem tanıştık hem tekrar vedalaşarak oradan ayrıldık. Şahid bey önden
gidiyordu arabayı direk okul belediye ve işyerlerinin bulunduğu çarşı merkezine
evinin önüne sürdü. Atadan kalma göçten önce yaptıkları çarşı merkezdeki tarihi
2 katlı işyerini ve buranın tarihini anlattı. Ruslar geldiğinde bu mekâna el
koymuşlar ve bir asır postane olarak kullanmışlar. Ruslar çekildikten sonra
geri Mada ailesine iade etmişler, ama 200 yıllık evi tamir etmedikleri için boş
kaldığı sürede kullanılamaz hale gelmiş. Aslına uygun tamir yapılması istendiği
için yıkıp yapmak tan çok daha pahalıya mal olacağından bizde dokunmuyoruz. Devlette
ne kadar direnecek onu bekliyoruz demekle gözle gördüğümüz çaresizliği dile
getirdi. Yani açıkçası tarihi binanın kaderine terk edildiğini vurguladı.
Şahid beyin arka taraftaki
evine geçtik Muhterem Annesi, Eşi ve çocukları, ailesi ile tanıştık, Nazım
Balayev ile Şahid Madayev in bacanak olduklarını orada öğrendim. Araştırma konumuza
esas konuda annesi ile de güzel sohbetlerimiz oldu. Ben belli bir yaşın
üzerindeki insanların bu konuyla ilgili atadan babadan anlatılan bilgilere daha
çok haiz olduklarını gördüm. Çayımızı yudumlarken bu bilgilerden faydalanmaya
çalıştık karşılıklı soru cevap şeklinde geçen konuşmanın sonuna gelmiştik Zira
saat 16 da Gax, Marsan Köyüne gidip orada bir Asker uğurlama toyuna
katılacaktık. Onun için Şahid Madayev ve ailesi ile vedalaşarak ayrıldık.
MARSAN KÖYÜNDE
ASKER UĞURLAMA TOYUNDAYIZ
Nazım Balayev ile
birlikte Marsan köyüne 15 dakikada varmıştık. Ekrem Aliyev kardeşim bizi evde
bekliyordu Toy başlamış biraz gecikmiştik eve geçmeden direk araba ile oraya
gitmeyi önerdik ve altı yedi yüz metre ileride Gax, Zagatala yolunun karşı
tarafında köprünün yanında bir evdi. Oraya vardığımızda güneşten ve yağmurdan
korunmak için toy alanının üstüne büyük bir çadır kurulmuş altında konukların
oturması için dört sıra masalar dizilmiş alanın bir köşesinde oyun oynamak için
yer bırakılmış. Güzel melodiler çalan org sesi eşliğinde şiirler müzikler
okuyan solistin nağmelerini dinleyen birçok kişi bizleri karşıladı ve nerdeyse herkes
tek tek hoş geldiniz dedi. Ekrem Aliyev Bizleri tanıştırdı. Tanıştığımız insanların
hepsi akrabaydı zira Asker Toyunu düzenleyenler Ali amcamızın Bacısı torunu
olunca tüm akrabaların komşuların dostların bir araya geldiği tahmini 200
kişinin bulunduğu bir ortama dâhil olmuştuk. Bizleri bir masaya oturtarak tüm
misafirlere ikram edilen etler, yemekler, mevsimin en güzel meyveleri, Alkollü
alkolsüz, gazlı veya meyveli içecekler ile masada adeta kuş sütü eksik misali
donatılmış bir sofraya dâhil olduk. Aksi gibi daha 3 saat önce Nail bulak
lokantasında mükellef bir sofradan kalktığımız için o güzelim çeşit çeşit
yemekleri yiyecek hiç yerimiz yoktu içimizde alkol alan arkadaşlarımız vardı
onlar meze olarak bizlerde sofranın hatırına tadımlık birkaç lokma almıştık
tadı damağımızda kaldı. Masa başında muhabbet güzeldi köyün muhtarı (Belediye
başkanı) oda başka bir halaoğluydu. Pistteki uyum çok güzeldi orkestra kişileri
isimleri ile anons ediyor ailenin tüm fertleri piste birlikte çıkıyor, önce dilek
ve temennilerden oluşan güzel bir konuşma yapıyor ondan sonra hep birlikte
oynayıp pistten ayrılıyordu. Bu işlem akrabalık yakınlık derecesine göre
sıralanarak devam etmekte güzel bir şenlik olmaktaydı. Önce Aliyev ailesine
sıra geldi onlar ailecek çıktılar oynayıp geldiler, bir aile daha oynadıktan
sonra müzisyen arkadaş bir duyuru yaparak aramızda Türkiye’den gelen
arkadaşlarımız kardeşlerimiz var onları davet ediyorum dediğinde Muammer ile
beraber piste çıktık verilen bilgilere göre güzel bir konuşmanın üstüne
mikrofonu bir şeyler söylememiz için bana uzatmıştı. O güne kadar birçok yerde
topluluğa hitap etmiş olmama rağmen orada mikrofonu aldığımdaki heyecanı
anlatamam.
Konuşmama Önce insanlara
yaptıkları işin gelenek ve göreneği sürdürmenin çok güzel bir şey olduğunu
takdir etmekle başladım. Askere gidecek gencimize delikanlıya hayırlısı ile sağ
selim gidip gelmesini temenni ettik. Neden orda olduğumuzu Rahmetli Hacı Kazım
dedenin oğlu Ali Aliyev amcanın yeğenleri olduğumuzu sizlerinde bu kişiler ile
akraba olduğunuz için sizlerin de akrabaları olarak 150 yıl önce buradan göçen akrabalarınızın
çocukları olarak siz değerli akrabalarımızla buluşmaya kucaklaşmaya geldik
dediğimde coşkulu bir alkış almıştım. O alkış hala kulaklarımdan gitmiyordu
sizler gibi böylesine güzel insanları görmekten tanımaktan çok mutlu oldum
sizleri de bizim orada köyümüzde görmek isteriz diyerek sevgi ve saygılarımızı
sunarak konuşmayı tamamlamıştım. Konuşma bitip mikrofonu verdiğimde bizim
içinde bir müzik çalmaya başladı oynamamızı istediler sağ olsun akrabalar Aliyev
ailesi yalnız bırakmayarak onlarda piste çıkınca önce çalan Azeri müziğine daha
sonra hızlanan Kafkas Çerkes ezgisine oynayarak sıramızı savdık yerimize
oturduk. Birkaç aile daha oynadı yarım saat kadar geçtikten sonra inek gelim
saati akşamın başladığı gün batımı zamanına girdiği için aileler uzaktan
gelenler birer birer dağılmaya başladı artık pistte masalarda gençlere kalmıştı
gençlerin gece geç saate kadar devam edip eğleneceklerini söylediler isterseniz
sizde kala bilirsiniz dedi Ekrem Bey. Yok dedik Bizi getiren Nazım Balayev de toya
gelmiş yanımızda beraber oturmuştuk, eşyalarımız arabanın bagajındaydı ve Nazım
beyi yolcu etmemiz gerektiği için bizde toy yerinden herkese teşekkür ederek
ayrılıp Ali emminin evine geldik. Bu arada amcaoğlu Şahid Aliyev in eşi önceden
evine gelmiş çay hazırlamıştı. Davet etti oraya geçelim dedik Nazım Bey gitmesi
gerektiğini söyledi ona verdimiz zahmetlerden dolayı özür dileyerek sonsuz
teşekkürler ederek vedalaşıp ayrıldık evine Aliabad a yolcu ettik. Şahit bey
davet ederek Bizlere yan kapıdan Hacı Kazım amcanın yurt yerini değirmenini
görmemizi istedi, içeri girdik çok geniş bir avlu yine aynı düzenlemeler ve
müştemilatları ile güzel bir Kafkas evi idi, avlunun çok geniş olduğunu
söylediğimde arkada buradan daha geniş bir bahçesinin olduğunu gösterdi değirmenin
olduğu yere şimdi bir tandır yapmışlar her ekmek yaparken rahmetliyi yad
ediyoruz dedi birde Hacı kazım amcanın ve değirmene gelen tüm Müslümanların
üstünde namaz kıldıkları Namaz kılan (Kılınan) Daş dedikleri düz bir taşı gösterdi
o zaman baş köşede bir yerdeymiş SSCB döneminde yol kenarına taşınmış sağı solu
kırılarak küçülmüş üstelik Rahmetli Hacı Kazım amcanın yurt yerinin daha geniş
olduğunu üç oğluna bölerek dağıttığını anlattı Ruslar zamanından önce bu avluda
Camız, inek, koyun, keçi ve At sürülerinin ayrı ayrı olduğunu ve Bolşeviklik
geldiğinde vermek istemediğini ama ya canın ya malın dedikleri için mecburiyeti
anladığında kendi eliyle değirmen dahil hepsini teslim ettiğini, ondan sonra
yaşanan sıkıntıları Şahid bey Babasından ve amcasından çok dinlediğini anlattı.
Evi Gezmeyi bitirdik, Çay hazır dedikleri için gelip hayatın altındaki masaya
oturup çayımızı yudumlamaya başladık. Sohbetler daha koyulaşmıştı orada fark
ettiğim bir şey vardı telefon saati oranın saatine göreydi ben kendi saatimin
ayarını hiç değiştirmemiştim. Arada 2 saatlik zaman farkı vardı ama bizden 2
saat ilerde olmasına rağmen bizim oradaki gün batımına göre daha geç batmakta
ve daha erken doğmaktaydı ekvatordan uzaklığı paralel ve meridyenlerin
farklılığını bariz bir şekilde görmekteydik yani daha ileri gidebilsek bu fark
çok fazla fark edilebilecekti.
Şahit beyin evinde
geç saate kadar oturmuştuk tekrar yemek hazırlamak istediler hiç kimse
acıkmadığı için sofra hazırlatmadık. Zira yarın Bakü ye yolculuk vardı
vedalaşma zamanıydı ne kadar muhabbet edersek okadar anı biriktirirdik o
bilinçle sürekli onlar bize biz onlara sorular soruyoruz cevaplar alıyorduk. Zamanın
nasıl geçtiğini bilmiyorduk bu arada toy alanında yarın Bakü ye nasıl
gidebiliriz diye sorduk. Şahid Bey Bakü’de Çalışan hanımının yeğenleri olduğunu
onlar bu hafta sonu için gelmişlerdi mutlaka geri gidecekler durun onları bir
arayayım araç müsait ise sizi onlar ile gönderirim dedi. En son ne zaman hava
alanında olmanız gerekir sorusunu sordu zamanı söyledik uygun olduklarını sabah
saat 9-10 arası çıkarsak rahatlıkla yetişebileceğimizi söylediler anlaştık size
güveniyoruz başka araç aramıyoruz diyerek sözü bağladık. Ekrem Aliyev Ali
Amcanın bizleri çağırdığını söyleyince eve gitmek için kalktık. Şahit Bey ve
ailesine sizinle vedalaşmıyoruz sabah yeğeniniz gelene kadar sizi rahatsız
ederiz o zamanda vedalaşırız diyerek yan taraftaki eve geçtik. Ali Amca bizim
aç olduğumuzu düşünmüş oda yemek yememizi istedi tok olduğumuzu söyleyip zorla
ikna ettik. Kendi fındıklarından meyvelerinden oluşan bir kokteyl ve çay
faslının yapılmasını istedi ona mani olamadık sohbet ortamında yemek dediysek
de gece yarısını geçmiş saat 01 gelmekteydi. Ev sahibi yarın yolcusunuz hadi
istirahat edin yatağınız hazır diyerek bize odamızı yataklarımızı gösterdi ve
köy ortamında güzel bir uyku uyumuştuk. Geç yatmamıza rağmen heyecandan olsa
gerek erkenden kalktık ev sahibimiz Amelya yenge kaç saat önce kalkmış ki sütü
sağmış pişirmiş çayı ve sofrayı hazırlamış üstünü kapatmış bizim kalkmamızı
bekliyorlarmış.
Tüm aile çocuklar dâhil
toplandık hep birlikte kahvaltı masasına oturduk. Sıcak tandır ekmeği kendi
bahçelerindeki kovandan sağdıkları bal, reçel marmelatlar peynir tereyağı süt
ile mükellef bir kahvaltı yaptık. Karnımız doymuştu üstüne keyif çayı içerken
bizleri uğurlamaya Şahid Bey ve ailesi de geldiler. Beklediğimiz araba gelene
kadar 45 dakikalık bir süre daha oturduk saat 9,30 civarı bizi götürecek olan
arkadaşlar Mercedes maşınla geldiler. İki kişi lerdi bizde 3 kişi idik, Yakıt
ucuz olunca, Gemi gibi 2500 cc Motor otomatik vites araçla rahat bir şekilde
gideriz dedik. Eşyalarımızı bagaja koyduk oradaki tüm akrabalarla herkesle
vedalaştık yola çıktık.
Ali Amca her sabah
köyün inekleri çobana katılırken Kaçıp caminin içerisine girmesin diye veya namaz
kılmak isteyen olursa kapıyı açmak için sürekli cami önünde beklemekteydi. Onunla
orada vedalaşmak için köy camisine geldik kapının ağzında doğal gaz borusu
üstüne kendi yaptığı bir tür Bankta oturmaktaydı araçtan inip elini öptük hayır
duasını aldık sarılıp kucaklaşıp helalleşerek vedalaştık ayrıldık yola çıktık. Bu
kez geldiğimiz yol Şeki, İsmailli, Şamaki yol güzergâhından dönmüyorduk. Farklı
bir güzergâhtan Gence, Bakü yolu üzeri yeni yapılmakta olan Otoban yoldan gidiyorduk
geçtiğimiz yol güzergâhı birbirinden güzel yerlerden geçerek ilerliyordu Orman,
yeşillik ve baraj göletleri bittikten sonra yine bozkırdı, Konya ovası gibi düz
bir ovadan aşarak Bakü ye 5 saatte girmiştik uçağın kalkma saatine 2 saat vardı
bizi getiren arkadaşlar isterseniz Bakü’yü gezdirelim güzel yerleri var dediler.
Hep birlikte ama kardeşim ne olur ne olmaz bizi hava alanına bırak sende işine
gücüne bak diyerek direk hava alanına götürmesini istedik. Aslında biraz fazla
zamanımız olsa Nezir Memmedov kardeşimin daveti ile Bakü de onu görmek
istiyordum ne yazık ki hava alanında işlerin uzun sürdüğünü bildiğimizden o
düşünceden de vazgeçmiştik. Sağ olsun arkadaşlar bizleri zahmet ederek
getirmişlerdi yakıt masraflarına katkı aşamasında bir helallik aldık. Bizi dış
hatlar kapısına kadar getirip aynı zamanda bizleri merak eden Ekrem ve Şahid
Aliyev Kardeşlerimize emanetinizi ulaştırdık diye haber vererek onlarında
haberdar ettiler ve onlarla da son vedalaşmayı da yaparak dış hatlar
terminaline giriş yaptık.
Elveda Azerbaycan
diyerek bu güzel ülkeden çok güzel insanlarla tanışarak samimi dostluklar kurduk,
unutulmayacak anılar biriktirerek ve en önemlisi sormak, öğrenmek, görmek
istediğimiz aklımızdaki acabalara cevap bulmuştuk. Bu gezide benimle beraber
olan arkadaşlarıma ve bize kendi insanlıklarını sevgi ve misafir
perverliklerini gösteren tüm dostlarıma sonsuz teşekkür ederim. Sizleri her
zaman her yerde görmek isterim sevgiler, saygılar ve hürmetlerimi sunarım.