31 Ekim 2015 Cumartesi

AZERBAYCAN - ZAGATALA ve KÖYLERİNDEN GEZİ NOTLARIM

AZERBAYCAN - ZAGATALA - GEZİ NOTLARIM

Öyle Bir nesil düşününki masal yerine nenesini dedesinin anlattığı anıları ile büyüsün, onların özlemleri hayalleri çocuklarının hayali olsun. Evet, böyle bir ortamda anlatılanları zihninizde tasavvur etmek gözünüzde canlandırmak nasıldır bilirsiniz. Sanki bir başkasının gözünden görmek gibi her zaman içinizde bir acaba vardır, onun için anlatılanlara sonsuz inansanız bile kendi gözünüzle görmek istersiniz.
İşte bu duygu ve düşünce ile bizlerde merak ettiklerimizi görmek atalarımızın anlatımını yerinde teyit etmek için bizden önce öncülük ederek gelip giden büyüklerimizin kurduğu bağlantıları takip ederek çıktık yola. İstanbul’dan uçakla Bakü ye geldik ve oradan da kara yolu ile Zagatala reyonuna giderken yolun 200 Km lik kısmı Bizim Konya ovası gibi bozkır hiç yeşillik yok ama orayı aşıp Kafkas dağlarının eteklerine vardığımızda tamamen farklı bir dünyaya yeşil bir cennete gelmiş olduk. Zagatala henüz sanayileşmemiş beton yığını olmayan çok katlı daireleri bulunmayan bu şirin şehre akşam saatinde geldik, Şehrin en güzel oteli olarak önerdikleri Grata otelinde konakladık. Otel gerçekten dedikleri kadar güzel temiz ve bakımlıydı 25.09.2014 Perşembe Sabahı ilk işimiz (Mami) Muammer Kurt un önce bizim köye gidelim demesi ile Marsan (Kendi)ne gitmeye karar verdik.

GAX - MARSAN KENDİ (KÖYÜ)

Köye gitmek için Zagatala dan bir taksiye bindik. 30 km lik ceviz ağaçlardan oluşan yeşil bir tünelden giderek köye girdiğimizde Caneviler den Ali Aliyev amcayı arıyoruz dediğimizde köyün baş imamı olduğunu ve her zaman caminin önünde bulunduğunu söylediler ve evini gösterdiler.
Evine vardığımızda herkesin evinde olduğu gibi yüksek duvar la çevrili avlu içerisine büyük bir kapıdan girdik. Çok geniş avlusu olan ve kullanım amacına göre çitlerle çevrilerek ağıl, bahçe, sebzelik, meyvelik ve evin sofası olarak düzenlenmiş bölümleri sanki daha önceden görmüş yaşamış olduğun şirin bir yuva bir yer bulmuştuk. Bölgede Kış mevsimi uzun sürdüğü ve kar altında geçtiği için her evin yanında hayat adı verdikleri sundurma altı kapalı alanları bulunmaktadır.Günün çoğunu bu hayatın altında geçirmektedirler. Evde bizi Ali amcanın küçük oğlu Ekrem Aliyev ve eşi Amelya Aliyev karşıladı önce bizi daha önceden Türkiye den gelmiş olan satıcılara benzettiklerini ama Ceyhan Dağıstan köyü adını duyduktan sonra sizler bizim Gohumlar diyerek çok samimi bir karşılama ve kucaklaşma ile bizi evlerine davet ettiler. Hemen hazırdaki semavere çayımızı koyarak camide olan Baba Ali amcaya bizim geldiğimizi haber vermişler. Gelmesini istemedik biz yanına gideriz dedik ama o zamana kadar Ali amca gelmiş oldu karşımızda 87 yaşında kulakları hafif işiten dizleri ağrıyan ama yinede haline şükreden sağlıklı ve çok güçlü hafızası olan hoş sohbet bir dede ile karşılaştık. Elini öperek kucaklaştık, hayır duasını alıp selam kelam hal hatır sorma sohbetine girdik.

Dedelerimizin göç sebebini ve burada sizin köyde anlatılan sizlerin bildiği anıları anlata bilir misiniz dedik. Tatlı dili ile başladı anlatmaya Babası Hacı Kazım amcanın 131 yaş yaşadığını 2 kez hacca gidip geldiğini 3 evlilik yaptığını son eşinden ilerlemiş yaşında kendisinin olduğunu yani 1868 yılından sonra bu güne sağ gelen ikinci nesil olduğunu köyde birçok ailenin 3 ila beşinci nesil olduğunu anıları birinci ağızdan babasından duyduğu için direk anlatmaktaydı. Türkiye ye giden amcaoğulları Şaban Oruç ve Mehmet Hasan ın. O yıllarda gürcülerin kimi zaman parayla kimi zaman tehditle, silahla işkence ile Müslüman halkı Hıristiyanlaştırma girişimlerinde kendleri Marsan da 11 hanenin din değiştirmesi üzerine 22 yaşında yeni nişanlı olan Mehmet Hasan ve arkadaşları köyün koca kişileri ile birlikte 10 hanenin reisini köy camisinin avlusunda halen şuan dahi bulunan ağacın altında toplayarak konuşmak isterler din değiştirme sebeplerini sorar ve geri dine dönmelerini isterler. Orada ne olur nasıl bir cevap alınır bilinmez ama Mehmet Hasan o anda oradaki 10 kişiyi öldürür ve diğer 11 ci aile reisini öldürmek için aramaya gider gürcü askerlerine haber verilmiş o kişinin etrafı sarılarak koruma altına alınmıştır. Mehmet Hasanın Yakalanması an meselesi olduğundan yakındaki Kafkas dağlarına sığınır, böyle bir tavır sergilemesi bundan sonra din değiştireceklere de mani olmuş üstelik gürcülerinde baskıları azalmıştır. Abisi Şaban ile haberleşerek kararlaştırdıkları bir günde Osmanlı topraklarına gitmek üzere yola çıkmaya karar verirler ve bu sebepten yerinden yurdun olur, yâd ellere gitmek zorunda kalır diye amca çocuklarının göçünün sebebini özetle anlatır. Karşılıklı konuşmamızda Azerice ile Türkçe arasında bazı kelimelerin anlamları farklı olması sebebi ile hafif takılsak ta, sonuçta gayet güzel anlaştık. Ali amcaya bizler aklımıza gelen soruları sorduk ondan cevaplar almaya devam ettik. Ali amca bizlere eskilere götürdü babası Hacı Kazım emminin anlattıklarını, bildiklerini kendi yaşadıklarını. Türkiye den gelen ilk mektubu ileten Sabir Efendiyev in Marsan köyüne gelip Canevi (Canavar) neslinden kim var diyerek misafir olmasını. Bu samimiyetle muhabbeti ilerletince atalarından bahsederken ortak akrabalarının olduğu ortaya çıkmış bu samimiyet daha da ilerlemiş. Köye gelip camide namaz kıldırmasından, gece kalıp misafir olmaktan kendisinin de onlara gelip gitmesinden bahsetti ta ki Sabir Efendi ölene kadar dostluğu devam ettirdik ondan sonra gidemedim dedi.
Tarihi anlatırken bazı anlattıklarının şahidi olarak köyün mezarlığında yatan 1700 yıllardan 300 yıllık mezarların olduğu ve bunların yazıtlarının Farsça ve Arapça olduğunu orda o yazıları gözünüzle görünce bazı bilgileri daha iyi anlayacaksınız dedi. En güzel beğendiğim sözü ise, oğul Tarih yazılmaz yaşanır; bu yaşananları biri oturur kaleme alır yazar ama o tarih yaşamaya devam eder. O yazıları yazanlar sonuçta insandır kendi bakış açısına öz fikrine göre yazabilir. Birileri bir şeyler yazdı siz şundansınız, bundansınız dese bu günkü yaşantısı veya yakın tarihteki yaşam izlerinin kalıntısı bunu desteklemiyorsa o kişinin dediği söz hiç bir şey ifade etmez. Ben desem ki biz Müslüman’ız köyde hiç cami olmayıp kilise olsa. Mezar taşlarımızın hepsin de haç işareti olsa. Veya bunun tersi olsa size söylenen söz mü doğru. Yoksa gördüğünüz mü? Onun için siz söylenen ile gördüklerinizi birleştirin doğruya yanlışa siz karar verin ona göre inanın dedi.
Şimdi ben sizlere diyorum yemeğimiz hazırlanana kadar (Kendimizi) Köyümüzü bir gezin evlerimizin düzeni, bahçelerin tasarımı, sokakları, camimiz, mezarlığımız, insanlarımızın tavır ve davranışları sizin istediğiniz soruların cevapları bunlarda saklı. Yeter ki bakmak istediğiniz yere dikkatli bakın görmek istediğiniz saklı gerçeği ince detayı orada görün. İşte yazılmadan yaşanan ve ilerde yazılacak olan tarih budur diyerek; çok haklı ve güzel bir öğüt vermiştir. Öğle yemeği için köy tavuğu ile yapılan hinkal yemeğimiz hazırlanıyordu, çayımızı içtik çay diyince dikkatimizi çeken bu detayı özellikle belirtmem gerek. Çayla birlikte normal çay şekeri verildiği gibi kâse içerisinde daneli meyvelerin reçeli veya marmeladı her çay servisinde farklı bir çeşidi masaya kâse ile geliyor oradan çay tabağına ihtiyacınız kadar alıyorsunuz, kıtlama içer gibi onunla çayı içiyorsunuz. Zira “Nazmiye halamdan hep duymuştuk henüz çay şekeri piyasada yokken çevre köyler çayı doğru dürüst bilmezken bizim dedelerimizin üzüm incir erik dut gibi meyve kuruları kak lar ile çaylarını içtiklerini, 1974 sonrası bir ara çıkan şeker kıtlığında aynı şekilde çay içerken anlatırdı” gözümün önüne bu sözler geldi. Gördüklerimi geçmişten gelen bir kültürün günün imkânları ile modernize olmuş hali olarak yorumladım. Çayımızı içtikten sonra ya Allah deyip kalktık köyün içerisine doğru yürümeye başladık yolda yürürken Ekrem komşularının evlerini ve kocaman bahçelerini gösterip bunlarla ilgili detaylı bilgiler veriyorlardı. Geçen yıl 2013 de büyük bir deprem olduğunu yerli materyal taşlarla yapılmış 50-100 yıllık evlerin hasar gördüğünü çatlak ve kayma yaparak kopan yerleri göstererek detayları anlatıyordu. Köyün içinde yerden yaklaşık 60 cm yüksekten giden demir boruların ne olduğunu sorduk doğal gaz hattı olduğunun tüm köyleri ve evleri dolaştığını söyledi. Bizler bu boruyu içme suyu sanmıştık o zaman suyunuz nerden geliyor dediğimizde köyün birçok yerinde bulak var her evde su kuyularımız var suyumuzu onlardan içiyoruz. Caminin karşısında okulun bahçesinde bir tanesi var gösterelim dedi Ekrem. Bizim artezyen dediğimiz kendiliğinden yer altından kaynayan suya bulak dediklerini görerek öğrenmiş olduk. Suyun tadı ve kalitesi içmek için gayet güzeldi. Yolun karşısındaki köyün camisine geçtik eski yapı olduğu her halinden her şeklinden bes belli idi Ali amca 131 yaşında ölen Babam Hacı Kazım bu caminin yapıldığını hatırlamıyordu, dediğine göre 1700 lerin sonu 1800 yılların başında yapılmış olmalı diye tahmin ettik. SSCB döneminde ibadete kapatılan 80 yıl boş kalan cami ister istemez harabe konumuna gelmiş. Tekrar faaliyete geçirmek için ALİ ALİYEV amca komşularının ve kendi imkânlarını sonuna kadar kullanarak tamir edip boyattığını içerisine sergiler aldığını. Resmi imam olmadığı için cami kapalı kalmaması gelenin boş dönmemesi için nerde ise günün her saatinde caminin avlusunda bulunduğunu ve cemaate imamlık yaptığını bu sebeple köyün baş imamı olarak anıldığını oğlu Ekrem anlattı. Ayrıca Ali amcanın anlattığı anıda Caminin avlusunda Amcası Mehmet Hasan’ın 10 kişiyi öldürüldüğü ağacı da göstererek hafızalarımızda daha iyi kalmasını sağladı. Ekrem Buradan da mezarlığa geçelim orada geçmişlerimize bir dua okuyalım dedi. Kak, Zagatala yolundan Kak yönünden geliş tarafında köye giriş yolu üzerinde bulunan Marsan kendi mezarlığa doğru yürümeye başladık, reyon yoluna vardığımızda Ekremin küçük oğlu Revan eski köprüden gidek derken, büyük oğlu Aşgın Yeni köprüden gitmemizi istedi. Meğer yıllarca tek şeritli üstünden bir traktör geçtiğinde dahi sallanan eski köprünün yerine çift şeritli yeni sağlam bir köprü yapılmış onu ve balık tuttuğu yerleri göstermekmiş niyetini sonradan anladık. Ama (gapı çay) suyun aktığı mecrasına yatağına baktığımızda öyle enteresan bir görüntü dikkatimizi çekti ki şaşkınlığımızı gizleyemedik. Sanki bu manzarayı daha önceden görmüştük çünkü o mecra bizim köyün ırmağının 1976 yılında DSİ tarafından temizlenerek genişletilmeden önceki halinin aynısıydı, o hali bizler bildiğimiz için dedelerimiz bizim köyün yerleşim yerini neden ve niçin seçtiklerini o günkü ruh hallerini çok iyi anlamıştık.
Mezarlık bu akan suyun karşı tarafında kalmaktaydı köprüden sonra Yoldan yaklaşık 200 metre yürüdükten sonra köyün mezarlığına geldik kenarları telle çevrilmiş olduğu için kapalı kapıyı açıp içeri girdik. Girdiğimizde çok geniş gövdeli en az 200 veya üzeri yaşlardaki ağaçların oluşu mezarlığın çok eski olduğunu ispatlıyordu. Mezarlık eski mezarlar ve yeni mezarlar olarak bölümlenmişti ilk etapta eski mezarların bulunduğu yere girmiştik. Orada dikkatimizi Ali Amcanın anlatımında bahsettiği mezar taşları dikkatimizi çekti. Yapılış şekli lahdi ile çok eski olanlar Arap alfabesi ile yazılmıştı yazının üstününe esirene sine bakılınca Osmanlıca olduğu görülen 9 tane mezar gördük 1700 ile 1900 lü yılları kapsadığı tarihlerden belli idi 1920 sonrası mezarların SSCB nin etkisi ile 1990 lara kadar olanların Kiril alfabesi ile yazılmış taşlardı. Yeni mezarlarda ise ölen kişinin resminin lazer teknolojisi ile mermere işlendiği ve günümüz Azericesi ile yazılmış mermer taşlarını gördük. Mezarlık ta mezarların hepsi doğu batı istikametinde yani hepsi Müslüman geleneğine göre gömülmüş mezarlar olduğu görülmekteydi. Çok eski yıllara ait farklı gömülmüş bir mezar aradım ama yoktu. Bunu neden yazıyorsun diyeceksiniz zira birileri yüz yıllarca Hıristiyan olarak yaşamışız daha sonra Müslümanlığı seçmişiz diyerek iddiada bulunmaktaydı. Azda olsa bu dönemin izleri olması gerekir diye düşünüyordum. Burada dikkatimizi çeken mezarların resim ve video çekimi yaptık belge olarak kalması ve yazıları daha sonra okumak niyeti ile arşivledik.
Yeni mezarların bulunduğu yere yöneldiğimizde mezarlık içersinde üstü çatı ile örtülü kenarları açık sundurmanın altında sabit çakılı salma ve tahtalar ile yapılmış uzun bir masa ve yine çakma işi sabit oturma tabureler ile en az 50–100 kişinin birlikte oturup Cenazelerde, Bayramlarda, Cuma ve diğer mübarek günlerde, Kuran ve dua okuyacağı bir yerin bulunması ilginç gelmişti. Neden böyle bir şey yapılmış dediğimizde Ekrem bizim bura kış memleketi kar ve yağmur çok olur Mezarlığa gelen kişilerin okumaları da uzun sürer onun için bu hayat kışın yağmurdan kardan, yazın sıcaktan koruduğu için burada çok lazım oluyor ondan yapıldı dedi.
Mezarlıktaki dua okuyacağımız ve inceleyeceğimiz mezarları görüp görevimizi yaptıktan sonra mezarlığın kapılarını kapatarak çıktık. Oradan köyün kahvesine gidelim dedik Ekrem yemek hazırdır gidip önce yemek yiyelim sonra gideriz dedi ve eve döndük.
Geldiğimizde Ali amcanın gelini Amelya bacımız hingali ve sofrayı hazırlamış ata baba yemeğimizin yanında mis gibi kokan ekşi maya ile yapılmış tandır ekmeği simit niyetine (katıksız) yemeksiz dahi büyük bir iştahla yenilecek lezzetteydi. Yemeğin yanında ayran ve şişeler içerisinde önceden mevsiminde yapılmış meyve suları ile birlikte ikram ettiler. Yemekte masadaki yemeklerin ve diğer ata yemeklerimizin yapılış şekli ve tarifleri geçirdiği evreler anlatıyor her iki taraftaki yapım şekli ile kıyaslamaya çalışıyorduk. Bu arda Nogay çayının orda yapılmadığını öğrendik demek ki bizimkiler burada Türkiye de öğrenmişlerdi, adı üstünde Nogayların çayıdır esprisini yaptık. Yemek sofrasının üstüne Ali amcanın diğer kardeşlerinin oğlu ve çocukları bizim geldiğimizi duydukları için hoş geldiniz demeye geldiler.  Hemen hemen aynı yaşlarda olan, Bizim Muammer e Mami diyorduk onlarda Muhammet e Mami dediklerinde 2 si birden bakınca 2 Mami yi birbiri ile tanıştırdık niye Mami dediklerinin hikâyelerini anlattılar. Yemek faslı sohbet ve muhabbetin güzelliğinden bayağı uzun sürdü çay hazırlanmıştı yapılan ikramını biz almadık kahvede içeriz diyerek çay servisini bayanlara bıraktık. Hadi kalkalım o zaman diyerek köyün içerisine doğrun Erkem ve Muhammet (Mami) ile birlikte yürümeye başladık.
Yol üzerinde merakla bakan kişilere Mami veya Ekrem bizleri tanıştırıyor onların çoğunun bizim atalarımızdan 150 yıl önceki göç ten haberdar oldukları konuşmalarında belli olmaktaydı. Selam vererek hal hatır sorup Sohbetler ederek iyi dileklerde bulunarak ayrılıyoruz ve az ilerdeki diğer komşu veya arkadaşla aynı muhabbete devam ediyorduk. Tahmini 1500 metrelik bir yol yürüdük. Muhtarlık market ve kahvenin bir arada olduğu köyün merkezine geldik. Şansımızdan Eylül sonu Fındık hasadının tam başladığı zaman imiş onun için köy halkının çoğu fındık toplamakta olduğundan kahvede pek kimseyi bulamazsınız dediler. Ama yinede 10 kişi oturmakta 2 öğretmen arkadaşımız bilardo oynamaktaydı, Kahveye girince sağ olsunlar herkes hoş geldiniz dediler ve tanıştık sohbet ettik. Onlar sordu biz cevapladık, biz sorduk onlar cevapladı, dikkatimi çeken herkes bizimle Azeri (Türkçe) dilinde konuşup cevap vermekteydi. Orada kaldığımız 2 saat içerisinde merak ettiğim kendi aralarında hangi dilde konuşmaktaydılar ona dikkat etmekteydim. Denk geldiğim tüm ikili ve gurup sohbetlerinin Azerice olduğunu görünce orada bulunan arkadaşlara hangi millettensiniz sorusunu sordum aldığım cevaplar içerisinde Lezgi de, Avar da vardı. Neden Gürcüce, Lezgice, Avarca veya hangi millettenseniz o dilden konuşmuyorsunuz dedim. Biz ezelden beri atadan babadan böyle gördük onlarda bu dili tatar dilini konuşuyordu bizlerde şimdi bu şekilde konuşmaktayız. Bir ara malum sebepten mecburen Rusça konuşmaya başlamıştık, Gürcüce hiç konuşmadık, eskiden lezgi ve diğer dilleri bilenler vardı ama şimdi onlarda pek kalmadı dedi. Zaman içerisinde Şunu öğrendik günün şartlarına uyarak herkesin anlaşa bileceği ortak bir dil kullanma mecburiyetinde olması gerektiğini ve bu mecburiyet küçük bir köyde dışarı çıkmayı gerektirmiyor kendine yetebilen içe kapanık bir yer ise sizi ve konuştuğunuz dili etkilemiyor. Dışarı ile bağlantılı bağımlı, merkezle kamu kurum ve kuruluşları ile mecburi bağı var ise o merkezin diline uymak zorunda kalmaktasınız bu da silahsız kansız dil asimilasyonu gerçekleştirmiş oluyor vurgusunu yaptı. Birçok konuda çok farklı sohbetler bitmek bilmedi ama akşam saati gelmişti kahveden ayrıldık tekrar eve geldik. Daha önce Zagatala da ki otelimize döneceğimizi söylemiştik ama Ali amca ve oğlu Ekrem kesinlikle bırakmayız burada kalacaksınız diyerek göndermek istemediler. Eşyalarımızın orada otelde olduğu ve ücretinin ödendiğini ve bir gün sonra Aliabad a gideceğimizi söyleyince ikna ettik ama mutlaka oradaki işiniz bitince gelip burada kalacaksınız diye söz aldıktan sonra müsaade ederiz dediler. Bize müsaade edin yoldan bir araca biner gideriz dedik ama Ekrem köyden bir akrabayı arayarak onun aracı ile bizi Zagatala ya otelimize gönderdi. Marsan köyü gezimiz çok güzel bir şekilde sonuçlanmıştı otele geldiğimizde gördüklerimizi duyduklarımızı sevgiyi saygıyı hürmeti samimiyeti görmek yaşamak çok daha farklı bir duygu idi. Onun şaşkınlığı ile geç saate kadar lobideki sohbetimizin konusu bu oldu. Yatalım yarın ne olacak ne yaşacağız sorusunun cevabını da yaşayıp görelim diyerek geceyi sonlandırdık.

A L İ A B A D   K E N D İ (KÖYÜ)  Z İ Y A R E T İ

26.09.2014 Cuma günü sabah erkenden kalktık otelimizde sabah kahvaltısını yaptıktan sonra saat 09,30 civarında Aliabad a gitmek için araç bakmaya otogar gittik. Otogarda uzak mesafelere giden araçların Ahtabozlar olduğunu kısa mesafe köy yâda kasabalara Gazellerin gittiğini kendi belirledikleri sokakların köşelerinde bekleyerek hareket ettiklerini ve Aliabad’a giden araçların beklediği yeri tarif ettiklerinde öğrendik. Tarif edilen yere geldiğimizde gazel dediklerinin minibüsler olduğunu gördük, arka arkaya henüz yeni gelmiş ve yolcularını indirmekte olduklarını, köye gidecek arabanın yeni gittiğini, bir sonraki aracın 1 saat sonra kalkacağını söyledi. Şoför meraklıydı nerden geldiğimizi neden ve kime gideceğimizi sordu, gerekli bilgiyi verdikten sonra isterseniz bekleyin ben götüreyim sizi, yâda aracın yan tarafında duran taksilerden biri gösterip buna binip gidin dedi, hatta sağ olsun taksiciyle kendisi pazarlık yaptı zira orada pazarlık yapmazsanız zararlı çıkıyorsunuz.
Lada marka şoförü Azeri olan (Maşın) yani taksiye bindik. Zagatala bayrak meydanından yola çıktık. Gittiğimiz yolu Bakü den gelirken ve dün Marsan köyüne gidip gelirken görmüştük. Şoför arkadaş Azeri kökenli cana yakın konuşkan hoş sohbet biri olunca muhabbet ederek yola çıktık. İlk etapta dikkatimizi çeken Taksilerin Bolluğundan ve herkesin taksicilik yapmasından dolayı bir sorumuz oldu. Burada pek iş yok insanlar ellerindeki paraya hemen bir maşın alıyor onunla uzun kısa mesafe demiyor yolcu taşıyor hem para kazanıyor bide elindeki parası değer kaybetmiyor, onun için şoförlük burada revaçta dedi. Yol üzerinde gördüğümüz yerlerin ne olduğunu merak ettiğimiz yerleri sorarak tanıtmasını, ne olduğunu Neye hizmet ettiği ile ilgili bilgiler almak istedik. İlk birkaç soruyu sorunca kendi otomatikman yolda her her geldiğimiz yeri tarif ederek anlatmaktaydı. Zagatala şehir çıkışına geldiğimizde tahmini 25 gün önce buradan şehre doğru 100-150 kişilik bir gurubun elinde gürcü bayrakları ile yürüyüş yapmak istediğini polisin izin vermediğini o kişilerin Aliabad lılar olduğunu söylediler ama onlar değilmiş Gürcistan’dan gelen kişilermiş diyerek bir bilgi verdi. Bu tür bilgiler paylaşarak 18 km lik yolumuza devam ediyorduk. Yol üstünde sağlı sollu çift sıra ekilmiş ceviz (Koz) ağaçlarının kime ait olduğunu sorduk bunlar kara yollarının yani devletin olduğunu, ağaçların çok kalın olanlarının 200-300 yıllık biraz genç olanların SSCB döneminde 80-90 yıl önce ilk dikenlerin mahkûmlar olduğunu, Daha sonraki yıllarda yeni ekilmiş olan genç ince ağaçları göstererek, bunları köy halkı muhtarlar dikmiştir dedi. Bu arada yolumuzun üstünde üst geçide gelmiştik, Bakü tren yolu hattı olduğunu neft taşındığını söyledi. Yoldan 3–4 yüz metre içeride soldaki görkemli binanın Zagatala hava alanı olduğunu bu güne kadar küçük uçaklara hizmet verdiğini. Gelecek yıl 2015 de yapılacak olimpiyatlar için pist uzatma ve diğer hizmet alanlarının da genişletilmesi çalışmalarının yapıldığını, büyük uçakların inişi sağlanarak uluslar arası hava limanı haline getirileceğinin bilgisini verdi.
Yolda ilerlerken yine geniş bir alanda büyük bir tesis vardı onunda süt ürünleri fabrikası olduğunu ama bir rivayete göre hijyen olmadığı için; diğer rivayete göre ise istenilen rüşveti vermediği için kapatıldığını; bir çok kişinin işsiz kaldığını bölge halkının sütünü değerlendirilerek kazanç sağlamakta iken, kapatılınca halka yazık oldu onlarda mağdur oldular dedi. Biraz daha gidince fındık ve meyve bahçeleri içinde halı fabrikası ve satış yerini gösterdi kızlar çalışmaktalar dedi. Yine yol üzerinde çok geniş bir bahçe ve ağaçlar içerisinde özel güzellikte Naip bulak restoranının bölgenin en güzel lokantası olduğunu alkollü, alkolsüz, et ve yemek çeşitleri ile her türlü hizmeti verdiğini, ünlü kişilerin buraya gelerek yemek yediklerini yol kenarındaki bulaktan herkesin durup su içtiğini söyledi. (Nail veya Naip Bulak olarak adlandırılıyor) Biraz daha ilerledikten sonra  Aliabad kendine geldik GAX, ZAGATALA yolu üstünde sağlı sollu küçükte olsa bir çarşı oluşmuş sol tarafta Her Pazar günü kurulan her tür eşya satılan bölgenin çok büyük bir Pazar alanı olduğunu, sağ tarafta ise köyün merkezine giden bulvar girişinden sonra tek şeride düşen bir yol görünce tamam geldik burada inelim köyün merkez camisine kadar yürüyerek gidelim dedik. Daha önce şoföre merkez caminin yanındaki akrabamız Sabir Efendiyev veya eniştesi Nezir Memmedov un misafiri olduğumuzu söylemiştik. Şoför daha durun burayı siz ne sanıyorsunuz adının Köy, (Kent) olduğuna bakmayın burası 12.000 nüfusu olan çok büyük bir yer. Daha gideceğimiz çok yol var dedi, aracı sürmeye devam etti. İlerlediğimiz yol boyunca tüm evlerin bahçe duvarları muntazam ve bir adam boyu yüksekliğinde içerisi görülmeyecek şekilde örülmüştü. Araç girişi için ayrı, insan girişi için ayrı demir kapılar yapılmış, içerisinde şirin bir ev yeşilin her türlüsünü barındıran bahçelerden oluştuğu bir birine benzer evleri takip ederek giderken şoföre bu durumu ve sebebini sorduk. Neden her evde duvar var? Mecburimi burada duvar örmek? Diye sordum. Şoför bunlar eskiden kalma bir adet, bu duvarlar Komünist dönemde askerler ve yabancı insanlar evlerini kadınlar, kızlar görünmesin diye duvar örmüş. Evlerini duvarların arkasına saklamışlar. Şimdi onlar Ruslar gitti ama o alışkanlık gene devam ediyor yeni ev yapanlarda duvar yapıyor dedi. Konuşarak yaklaşık 4-5 km kadar gittikten sonra merkez camiye gelmiştik. Geldiğimiz yer küçük bir çarşı konumunda kahve hane bakkal ve diğer ihtiyaçların satışını yapan işyerlerinden oluşmakta olduğundan bu sebeple insan yoğunluğu vardı. Arabadan indiğimizde caminin önünde duran 70-80 yaşlarında bir amcaya Rahmetli Sabir Efendiyev, oğlu öğretmen Hüseyin gilin evini arıyoruz dediğimde hemen tanıdı, haa Efendi Sabir gilin evini arıyorsunuz! Tamam, caminin kabağında gelin şuradan göstereyim dedi 20 metre ilerledikten sonra köşede durarak 50 - 60 metre ilerdeki bir evi gösterdi onun yanındaki ev olduğunu söyledi. Amca o yaşında götürmek istedi Teşekkür ettik size zahmet olmasın seni yormayalım biz buluruz dedik yürüdük. Dediği evin yanına geldik ama ilk gördüğümüzde beğendiğimiz ne güzel bahçe duvarları ile çevirmişler dediğimiz evlerin aslında okadarda güzel olmadığını içerisine girmekte, görmekte seslenmekte mümkün değildi. Sesleniyoruz duyan yok, sonunda evde kimse yok herhalde, şu ara yoldan arka tarafa geçerek oradaki komşulara bir soralım dedik arka sokaktaki ilk kapıyı gelip seslenirken bir ilerideki evin kapısı açıldı içerden kendi köyümüzdeki anamıza bacımıza benzeyen günlük iş kıyafeti ile güler yüzlü tatlı dilli bir bacı çıkarak neye bakıyorsunuz, ora amcam gilin evi siz kimi arıyorsunuz dedi Efendi Sabir in evini arıyoruz, Biz Türkiye den Ceyhan dan geldik dediğimizde buyurun, buraya buyurun sizin aradığınız ev burası dediğinde, ben Rıdvan ve Sefa Polat kardeşlerimin tarifinden benzeterek siz Dilafruz hanımsınız değilmi dedim evet benim dedi. Geri eve dönerek bizleri misafir etti. Bir yere gitmek üzere olduğunu hissettiğimiz Dilafruz hanıma, biz sizi işinizden etmeyelim ne yapacaksanız siz işinize bakın dedik. Gayet açık sözlü bir şekilde, doğru komşuya gidip beraber ekmek yapacaktık. Ama şimdi onu telefonla ararım durumu bildirir benim ekmeği de yapmasını isterim dedi. Bu arada Dilafruz bacım evde Gençliğinde Aptex (Eczacı) olan Annesi Zennube teyze ve amcasının hanımı Peri teyze ile tanıştırdı elleri öptük oturduk, hiç ummadığımız sorular sormaya başladı. Meğer Dilafruz Bacımız Bizim oraya iki kez gelmiş misafir olmuş bizim oradaki misafir olduğu Laçinbala ve Polat ailesinde herkesi çok iyi tanıyordu. Sohbeti çok güzel bir boyuta taşıdı neden geleceğinizi önceden söylemediniz daha farklı olurdu dedi.
Bizler sizleri rahatsız etmek istemedik, Nezir Bey Burada olsaydı onu arayacaktım, ama oda Almanya’da Tıp ihtisası yapan kızı Sevdanın yanında onun için onuda aramadım. Dediğimde Nezir Beyin Akşam Almanya’dan döndüğünü Bakü de olduğunu söyledi ve anında telefon ederek bizim geldiğimizi bildirdi ve aynı zamanda bizimde Nezir beyle görüşmemizi sağladı. Yeni geldiği için birikmiş işleri olduğunu iki gün sonra Aliabad’a gelebileceğini söyledi. Nezir beyin geleceğim Dediği günde geri dönüş biletimizin olduğunu o kadar kalmayacağımızı söyledik. Öyleyse Israrla Bakü’ye Erken gelmemizi orada misafir etmek istediğini söyledi. Zira Nezir Bey ile internet ortamında sürekli görüştüğümden neyi aradığımı ve nereleri ziyaret etmek istediğimi bildiği için size yardımcı olması için köyde birkaç arkadaşımı telefonla arayarak sizinle görüştüreceğim diyerek telefon görüşmemizi tamamladık.
Çok güzel güneşli bir son bahar günü idi Dilafruz bacının evin içerisinde oturmamız için yaptığı hazırlığı durdurarak, sizin için sakıncası yoksa dışarıda asma altındaki masa ve sandalyeleri gösterdik bura bizim için daha iyi diyerek dışarıda oturmayı tercih ettik.
Hemen ata yadigârı semaveri yakarak çay hazırlığını başlattı. Bizleri gören diğer konu komşu ve akrabalardan gelenler ile küçük bir meclis oluştu. Nezir beyin aradığı kişiler Cuma günü olması sebebi ile Cuma namazından sonra gelebileceklerini örgenince namaza da 1 saatlik bir zaman vardı bu zamanı değerlendirmek için bizim köyden bildiğim ve daha önce edindiğim tecrübelerime dayanarak kadınların bir birleri ile diyaloglarının daha güzel olduğunu. Kültür aktarımında erkeklerden daha aktif ve hafızalarının daha iyi olduğunu, Anaların boş zamanlarında kızlarına veya torunlarına anıların içerisinde bilgi aktardıklarını defalarca şahit olmuştum. Bu süreyi değerlendirerek aklımızda sormayı düşündüğümüz o soruları sormaya başladık. Öncelikle Yalçın abilerin çekmiş olduğu videoda izlediğimiz tatlı dilli ile konuşan 113 yaşında olduğunu söyleyen Hürü neneyi sordum? Onlar gelip gittikten son 2 yıl sonra siz sağ olun rahmetli oldu ondan sonra arka arkaya Şirin Amcasının, Babası Sabir Beyin ve Kardeşi Hüseyin Beyin rahmetli olduklarını, onlar öldükten sonra köydeki işlere bakmak üzere kendisinin işini bırakarak yaşlılarla ilgilendiğini anlatan hüzünlü bir öykü ile duygularımız allak bullak olmuştu. 
Düşündüğümüz gibi kültür aktarımı aynı şekilde burada da yaşanmış gayet güzel, çok güçlü hafızaları vardı ve çok ince detaylarına kadar net bir anlatımla cevaplarımızı almaya başlamıştık.
Göçü çok ince detaylarına kadar biliyorlardı zira 1990 lı yılların sonuna kadar Sabir amcanın annesinin Hürü Nene yüz yaşın üzerinde yaşamış o tüm anılarını kızına gelinine torunlarına o kadar güzel anlatmış ki işte ondan aldıkları bilgileri aktarmaktaydılar. Osmanlı Rus savaşı (1293) 93 harbi veya SSCB ye bağlanmadan önce 1921 yılı öncesinde en az 2 - 3 kez bir postacının Türkiye’den mektup götürüp getirdiğini o tarihe kadar Türkiye ile bağlantılarının olduğunu. Hatta 1890 ve 1920 arasında orda doğanla burada doğan çocuklara aynı isimlerin verildiğini örnekleri ile anlatmaktaydılar. Ziyat Amca abdest almak üzere evine gitmişti geri döndü Cuma namazı saati geldiği için camiye gitmek üzere evden ayrıldık.
ZİYAT Bey ile Aliabad merkez camisine girdiğimizde yarım saatlik bir zaman olduğu halde avluda cemaat bayağı kalabalık olarak gelmişti, kimi abdest almakta,  Kimi avluda sohbet halinde idi. Öncelikle bizlerde abdestimizi alalım ondan sonra sohbete dâhil oluruz dedim, caminin abdestliği farklı yapısı ile dikkatimi çekti, büyük uzun korunaklı bir sundurmanın altında kalın su borusu üzerine karşılıklı 20 musluğun olduğu ve aynı anda 40 kişinin abdest alabileceği beton oturaklar demirden ayak basacak yerleri ile farklı ve kullanışlı bir emaret olduğu gördük ve kullanmak nasip oldu abdestimizi almıştık.
Çevremdeki insanlar ile sohbete başlamıştım yabancı olduğumuz her halimizden belli oluyor dikkatli ve meraklı gözler ile takip ediyorlar gir geç olanlar gelip kim olduğumuzu ve neden geldiğimizi soruyorlar, herkese ayrı ayrı cevap veriyordum. Efendi Sabir’in akrabaları olduğumuzu söylediğimde karşımızdaki kişilerin her şeyi anlamasına yetiyordu. Namaz saati yaklaştıkça Caminin avlusu bir anda gencecik çocuklar ve okul talebeleri ile dolmaya başladı. O kadar güzel bir görüntüydü ki Kamera ile o anları kaydetmeye başlamıştım bu konuşmaların birçoğu bu kayıtlarda mevcuttur. Cemaatin bizlere, bizim cemaate sorularımız oldu, Cami çok güzel bir görünümdeydi, duvar taşları bu güne kadar gördüklerimizden çok farklı idi. Yerli materyal dedikleri çevredeki nehirlerden toplanan iri çakıl taşları ile bin yedi yüzlü yılların sonunda yada bin sekiz yüzlerin başında en az iki yüz yaşında olduğunu minaresinin de aynı yıllarda tuğladan yapılmış olduğunu yalnız 1920 ila 1991 yılına kadar kominizim döneminde ibadete kapatılarak kullanılmadığını o yıllarda evlerde gizli gizli evlerde toplanarak ibadet yaptıklarını. Onarlı yirmili guruplar halinde Cuma ve teravih namazlarını kıldıklarını anlattılar. Kominizim bitip yasaklar bittiğinde zaten evlerinde anne babadan öğrendikleri dini bilgilerini açıktan camilerde yapmaya başladıklarını. Şu an köylerinde bulunan Aziz Mahmut Hüdai Vakfının bir dini eğitim okulu, (İmam Hatip) kuran kursu ile hem kendilerine hemde bölgeye imam yetiştirdiğini, dini bilgileri eksiksiz ve kusursuz bir şekilde öğrenerek gençleri yetiştirdiklerini anlattılar.
Ben muhatap olduğum kişilere ısrarla Gürcü müyüz (Gürcü müsünüz) sorusunu sordum. Hiç kimse gürcüyüz demedi hayır bizler İngiloyuz demeleri çok dikkatimi çekti. Bu cevabı gencide yaşlısı’da ısrarla tekrarladılar.Köyde başka dinden insanlar, kilise varmı dedim yok dediler.  
İmam cami içerisinde vaaz vermekteydi müezzin bizi ve dışarıda oturanları caminin içerisine davet edince hep birlikte içeri girdik. Can kulağı ile sessiz sedasız imamın vaazını dinlemeye başladık. Çok geçmeden gelen cemaat camiyi tamamen doldurdu, hatta cami içerisinde altta yer kalmadı. Tüm camilerde olduğu gibi Üstte yarım çekme kat vardı, orası bile dolmuştu hatta dışarı avluya sergi dahi isteyenler oldu namaz kılanların sayısının bin kişinin üzerinde olduğunu sanıyorum. Ezan okundu ve namaz başladı 4 rekât sünnet kılındı. Dikkatimi İmamın Cuma hutbesinde 10 gün sonra gelecek kurban bayramı üzerine verdiği dini bilgiler çekmekteydi. Hutbe aynı idi ama Bizim burada ölçüler hep buğday pamuk, hurma iken orda ölçü Fındıktı. Fındığın önceki yıllar 1 manat olduğunu ama bu sene 3 manata satıldığını niyetiniz olduktan sonra ortalama 100 manat ayırarak herkesin kurban kesebileceğini anlatması dikkatimi çekmişti. Cuma namazının farzı bittikten sonra imam Selatintuncine yi okudu, çalışan memur ve öğrenciler camiden çıktılar. Camide Kalan herkesin topluca saf tutarak cemaatle Zühre’yi ahir namazı kılması oldu. İmam Şafi mezhebine göre imamla birlikte farz kılar gibi kılınan namaza yabancı değildim. İlk göçen Atalarımız hepsinin hoca olduğu imamlık yaptıklarını 1920 ye kadar tüm çocuklarını kendileri eğiterek imamlık mertebesine getirdikleri halde, ayrıca salma yöntemi ile köy halkından para toplayarak imamların ücretlerini kendileri ödedikleri zamanda yıllarca camimize şafi imamlar tutmuşlar. O imamların arkasında namaz kılmışlardı, ama 1980 li yıllardan sonra diyanetin tayin ettiği imamlar geldi Hanefi mezhebine göre namaz kıldırdıkları için o tarihten sonra uydum imama diyerek niyetlenen köyümüzde Zühre’yi ahir namazı kılınmadığı için unutulmaya yüz tutmuştu. Böyle bir uygulamaya dâhil olmak beni 35 – 40 yıl öncesine ve o zaman sağ olan köyümüz büyükleri ve akrabalarımla aynı safta kıldığımız Cuma namazlarına geri götürmüştü.
Namaz bittikten sonra gençler imamın ve büyüklerin cumasını kutlayıp Allah kabul etsin diyerek camiden çıkmaktaydılar. Bizde o guruba dâhil olduk imam ve köyün büyüklerine aynı güzel dileklerde bulunduk. İmam efendiden helallik istedik ve tanıştıktan sonra ayaküstü biraz sohbet ederek caminin dışına kadar çıktık. Cemaatten soruları olan arkadaşlar imamla özel görüşmek istedikleri için biz ayrıldık, ZİYAT amca ile caminin arkasında yatan atamızın mezarını ziyaret ettik Arap veya Osmanlı alfabesi ile yazılmış mezar taşını okumaya çalıştık. Ziyat amca bu şahısın kendisinin ata babası İrzabala olduğunu 1700 lü yılların sonunda vefat ettiğini ve kuvvetli bir âlim olduğu için cami avlusuna gömüldüğünü söyledi rahmetle anarak dua ettik daha sonra camiden çıkarak eve doğru yürüyerek geldik.
Dilafruz bacım yöresel yemeklerden oluşan güzel bir sofrayı hazırlayarak masaya çıkartmıştı, birlikte oturup afiyetle yemeğimizi yedik, ellerine sağlık çok güzel yemeklerdi ve pişirim tekniği ile tadı damağımızda kalmıştı. Yapılışını baharatlarını sorarken mevzu geleneksel Ata yemeklerimiz hinkal, girs, keçevle, makara, papa muhabbeti ile sohbetimizi devam ettiriyorduk, bu arada semaverde çayımızda hazır olmuştu.
Yemek faslından sonra gelecek olan beklediğimiz misafirin Ramiz Beyin Emekli Muallim, Aliabad’ın Muhtarı (Belediye başkanı) yöneticisi olduğu ayrıca, Tarih öğretmeni araştırmacı yazar değerli bilgilere sahip bir kişi olduğuna dair bilgiler verildi. Tam bunlar konuşulurken dış avlu kapısı açıldı iki kişi göründü. Ramiz Beyle Nazım Bey gelmişlerdi hoş geldin ve Tanışma faslından sonra  İlk görüşte Ramiz beyin bıraktığı intiba cana yakın hoş sohbet biriydi hemen kaynaştık.  Sorularımızın çok olacağını anladığı için geldiğinde saat 15 di ve ancak17 ye kadar 2 saat zamanı olduğunu baştan söyledi, bu süre içerisinde çok verimli karşılıklı bilgi alış verişimiz oldu, zira uzun bir konuşma olduğu için bu konuşmayı ayrı bir başlık altında anlatmak istiyorum

RAMİZ BEY İLE YAPTIĞIMIZ BİLGİ PAYLAŞIM SOHBETİ

Ramiz muallim Nazım Balayev ile birlikte gelmişlerdi, onlar geldiğinde biz büyük bir yemek masasının etrafında 11 kişi yemeğimizi yemiş ve sohbetimizi etmekteydik. Hoşbeş hal hatır faslımızı yaptık tamda çay servisinin üstüne geldikleri için çayımızı beraber yudumladıktan sonra mevzuya girdik.
BİZ: Ramiz Bey bizler iki devlette yaşayan Aynı milletin insanlarıyız, ama bu bir milletten nedense çok farklı sesler çıkmakta. Şu ana kadar bizi ilgilendiren bu konuyla ilgili yazılı kayıt olarak iki kişinin belgelerine ulaşabiliyoruz.
Biri İlya Datunaşvili (Gürcistan Tiflis üniversitesi öğretim görevlisi) kendince bulduğu belgeler ile sadece Konuşulan dilden giderek ve bunu ana dil olarak vurgulayarak, Gürcü olduğumuz tezini ileri sürmekte ve nitekim kendince taraftar bulmuş durumda.
Diğer taraftan Şirin Bey Hacı Aliyeva da 2 bin yıllık tarihi irdeleyerek gürcü olmadığımızı belgelemekte.
Bunların yanı sıra Bizlere atalarımızın anlattıkları var. Yaşam biçimi, görgü kuralları ev, ve çevre düzenlemeleri, yemek kültürü, folkloru gibi değişmeden halen günümüze aktarılıp gelen. Bu gün dahi devam eden genetik kalıtsal davranışların hem bizim köyümüzde hemde sizin burada, aradan 150 yıl geçmesine ve bir birinden haberdar olmamalarına rağmen, aynısı olduğunu gözlemlemekteyim. Kısacası birileri bir şeyler diyor diye bunları destekleyen kavramlar, yaşanmış olaylar ile bağdaşmayınca inandırıcı olmamaktadır. Onun için sizin bu konular hakkında bayağı araştırma yaptığınızı duydum, sizin bilgilerinizden faydalanmak istiyoruz.
 İlk soruyu isterseniz biz soralım; size göre biz gürcü müyüz? Yâda hangi milletteniz?
Ramiz beyin kesin ve terettütsüz verdiği cevap;
Hayır, kesinlikle biz gürcü değiliz, Bunun en güzel tescilini, izahını gürcüler, bizlere direk gürcüsünüz demeyerek, İngiloy Gürcülerisiniz demekle, Başka bir halktan gelmekte olduğumuzu kendileri de tescillemektedirler.
Bu sebeplerle bizler ayrı bir etnik guruba mensup olan İngiloy halkıyız. Çevremizdeki irtibatta olduğumuz tüm halklar bizi İngiloylar olarak tanır ve adlandırırlar.
İngiloylar Kafkasya’nın otokton halklarından Lezgiler, Abazalar, Çeçenler, Avarlar, Adigeler gibi aynı atalara sahip kendine özgü bir halkız dedi; Bunu izah etmek için bölgenin Milattan önce ve sonrasındaki tarihini incelemek ve bilmek yeterli olacaktır dedi.
Bir halkın soyunu konuştuğu dili değil atasından aldığı genleri belirler. Konuşulan dile bakılarak siz bu milletensiniz şundansınız demek yanlış olur. Şuan dünya küçüldü kıtalardaki insanlar bir diğerine geçerek tüm ulusların halkı dünyanın her yerine dağılmış durumda, birkaç nesil geçtikten sonra onların çocukları ana dillerini unutmuş mevcut olduğu ülkenin dilini konuşmaktadır. O zaman o insan ana dilini bırakıp o dili konuşuyor diye o milletten birimi oluyor. İngiltere’deki bir zenci ana dili İngilizce diye İngiliz mi oluyor, yâda sizin Almanya’ya giden Türk çocukları Türkçe bilmeyip almanca konuşuyor diye onlar Alman mı oluyorlar yâda sizler Türkiye desiniz şuan bizim konuştuğumuz dili bilmiyorsunuz diye bizden değilsiniz demek doğrumu olur. Zaten bu konuşulan dil bile bizim atalarımızın ilk ana dili olmadığını size izah edeceğim.  
Bizler: mevzuya girerek bu kelimeyi ilk kez 1970 li yıllarda İlya Datunaşvili’nin Aslan Laçinbala’ya gönderdiği belgelerden duyduk. Bizim köyde 150 yıl önce buradan göçerek gelen Atalarımız, Babalarımızdan hiçbir şekilde İngiloy Kelimesini kullanmadığını ve hiç birinin bu ismi duymadığını ne anlama geldiğini dahi bilmediklerini söylediklerini ilettim. İlya Datunaşvili mektubunda bu kelimenin anlamının Yeni gelenler (Yeni gelen Gürcüler) olduğunu belirtmişti hiç kimse bu isme bir anlam verememişti dedim.
Ramiz Bey: İngloy kelimesinin ne zamandır kullanıldığı net bir şekilde söyleyemem o zamanlarda bu kelimenin yerine başka bir isim kullanılmış olabilir ondan dolayı bilmiyor olabilirler.
İngiloy kelimesi söyleyene göre değişiyor. Gürcüler O dediğiniz anlamda yorumluyorlar. Azeriler farklı, biz daha farklı anlam yüklüyoruz.
Biz :  Ramiz Bey İngloy aksanı ne demek?
Ramiz Bey: Aksanın tarifini birlikte yaptık, tüm dillerde olduğu gibi başka bir dil gurubundan gelip yeni bir dil gurubuna katılan milletlerin kendi anadilinde mevcut olan kalıp ve kurallar ile o dilin içerisine girmesi ve konuşurken açık ve net bir şekilde görülen aksanlı vurgulamalı dil farklılığıdır.
 İngiloy aksanı Gürcü dil ailesinin içerisine sonradan girmiş bir milletin kendi anadilinde mevcut olan kalıp ve kuralları uygulayarak konuşurken kendine has özellikleri bariz bir şekilde vurgulayan ve ayrıca ana dilinden gelen bazı kelimeleri de kullanarak Gürcü dilinden farklı bir dil olduğu bariz bir şekilde görülen konuşma dili veya aksanıdır.
İngiloy aksanının oluşmasındaki ana sebep Bölgenin Gürcistan hâkimiyetinde olduğu dönemlerde bizim halkımıza pazarcılık satıcılık yetkisi verilmemiştir. Satıcıların tamamının Gürcülerden oluşması ve bu satıcıların, günlük haftalık aylık yâda yıllık alış veriş için pazara gelen halkın, Alacağı eşyayı Parmağı ile işaret ettiği veya eline alıp gösterse dahi gürcü dilindeki adını söylemediği sürece satmadığı veya sattırılmadığından. Bizim halkımız mecburiyetten dolayı konuşma dilimizde pazarda alınıp satılan temel ihtiyaçların adlarından başlayarak pazarda derdini anlata bilecek kadar Gürcü dilinden gelen %70 kadar kelimenin oluşturduğu. Kendi aralarında dışarıdan alınmayan elde yapılan yer tarifi veya başka şeylerde kullandıkları Atadan Babadan kalan birtakım kelimelerin eski ana dilden kalarak gelen %30 luk kısmı ile oluşmuş farklı bir aksanla konuşulan dildir.
SSCB döneminde Kentlerimize (Köylerimize) tahmini 50 -60 yıl önce Gürcü mektepleri geldi. Gürcistan’dan gelen Öğretmenler ve oradan getirdikleri ders kitapları diğer materyaller ile ana dilimizdeki %30 olan fark şu an %10 - 15 lere kadar düşmüştür. Onlarda gürcü dilinde karşılığı olmayan veya yerine başka kelimeler kullanılan detaylardan oluşmaktadır.
Bunun en güzel örneğini 1994 yılında sizin oradan Kazım Laçinbala ve oğlu Mehmet ATAŞ la birlikte gelen. Bizimkilerin Biza Ahmet dedikleri (Ahmet ATAŞ) ın kendimizde misafir olduğu sürece bizim koca kişiler ile yaptığı konuşmalarında şahit olduk. Bizim Gürcü okullarından yetişen yeni nesil onun konuşmalarına yabancı kalırken, koca kişiler eski bilgilerinden dolayı çok güzel anlayıp konuşuyorlardı. Kısacası gençlerimiz büyüklerimizi de etkileyip anadilden gelen birçok kelimenin yerine bu gün okullarda öğrendikleri yeni Gürcüce kelimeler kullanarak aradaki fark % oranı kapanmasını sağlamışlardır. Ama her ne kadar uğraşıp her kelimeyi değişseler bile, aynı kelimeyi bir (Kartlinin) Gürcünün söyleyişi ile bir İngiloyun söyleşi arasında vurgu farkı hiçbir dönemde giderilememiş İngloy aksanı her zaman belirgin kalmıştır.
Biz: Ramiz Bey İlya Datunaşvili veya onun izinde gidenler, Gürcülerin iddia ettiği bir tez var
İngiloy kelimesi yâda İngiloylar için Hıristiyanlıktan sonradan Müslümanlığa geçenler anlamında Müslümanların dinine yâda aramıza yeni gelenler olarak adlandırmaktadırlar. Bu meselenin aslı ney izah eder misiniz?
Ramiz Bey: Onların dediği tamamen yanlış, öyle bir şey yok bizler hiçbir zaman Hrıstiyan olmadık, Bizim atalarımız milattan öncesinden buyana var olan. Tarihteki ilk din Âdemin dini veya Töre dini diye bilinen bir dine tabilerdi. Bu dini duymuş muydunuz dediğinde daha önceden konuya vakıf olan Kardeşim İsmail Kaya Ramiz Beyin söylediklerini daha fazla detaylandırarak Tenğri veya tanrıya inandıkları, diğer dinlere veya milletlere göre belirgin mabetleri olmadığını, din adamlarına her toplumda farklı isimler verildiği gibi bilgileri birlikte paylaşarak orada bulunan herkesi ziyadesi ile bilgilendirmişlerdi.
Bölge Osmanlıların hâkimiyetine geçtiği 1563 yılı sonrasındaki süreçten önce bile belki azda olsa İslam inancına mensup kişiler,şeyhler, tekkeler vardı, Bu tarihten sonra Osmanlıdan gelen Sünni din adamlarından İslamiyeti öğrenerek gizlisi saklısı olmadan açık ve net olarak tüm halkımız hep birlikte İslamiyeti kabul etmiştir. Zira bizler tarihin hiçbir döneminde Hıristiyan olmadık. Eğer Hrıstiyan olsaydık kendimizde kilise ve mezarlıklarımızda bunun izlerini gösteren ters gömülen mezarlar olması gerekirdi. Az önceki konuşmada sizinde söylediğiniz gibi, bu tabir sizin atalarınız göç ettikten sonra, bizim buralarda birçok kend ve icmada malum yöntemler kullanılarak insanların sonradan Hıristiyan olduğuna dair birçok yaşanan olayların olduğu ve bunları anlatan gösteren kayıtların mevcut olduğunu herkes bilmektedir. Bu durumda onların dediklerinin tam tersini de söyleye bilirsiniz. Dinlerini değiştirip Hrıstiyan olan insanlar artık bizler tam bir gürcüyüz dediklerinde;
Onlar: Evet sizler Gürcüsünüz ama İngiloy Gürcüsüsünüz diyerek sınır çizmiş kapı dışında bırakarak kendisinden saymamıştır.
Şu hususu dikkate almazsak mevzunun hassasiyetini anlayamayız. İnsanların içinde bulunduğu günün şartlarına karşı aldığı pozisyonlarda önemli, o gün bölge Gürcü ve Rus esareti altındadır. Dost ve düşman kavramı, Bir saldıran var, Saldırı karşısında da kendini savunmak için birleşen halklar var o bloğa kendisi veya düşmanları tarafından verilen toplu bir ad var.  
Asıl olan İngiloy isminin ne zaman, nerde, kimin koymuş olduğu değil. Bu gün İngiloy kelimesinin bizim için ne ifade ettiğini soracak olursanız; Sizin Atalarınız buradan göç etmeden önce kendimizi tanıtacak, ifade edecek bir isim kullanılmıştır ki sizler orada kendinizi o isimle tanıyıp tanıtıp öyle ifade ediyor, tanıtıyor olabilirsiniz.
Bizler bu gün için İngloy demekle şunu ifade ediyoruz. Gürcülere “<Gürcü dilinde danışık edirik ama bizler sizden değiliz yani Gürcü değiliz>. Siz Azerisiniz diyenlere <Sizden olsak Şia Mezhebinden olurduk, Bizler farklıyız Sünni ve İmam Şafi mezhebindeniz bu sebepten sizden de değiliz>. Avar, Lezgisiniz diyenlere <Kan ve gen bağımız sizlerle aynı olabilir, ama sizlerden de farklıyız, zaman içerisindeki gelişmelerle sizin dilinizde değilde Gürcü (İngiloy) dilinde danışık ettiğimizden dolayı bu gün sizden de farklıyız>” demek anlamına geldiğini izah ediyoruz. Biz bu bölgenin tüm otokton halkları gibi, kendine özgü örf adet, gelenek, görenekleri ile uyum içerisinde olan Kafkas halklarının özünden biriyiz.
Zira bir dönem bizim atalarımıza inandıkları Töre dininden dolayı Törükler denildiği söylenmiş ve yazılmıştı.
Neden böyle denildiğini biraz irdelemek gerek. İlk din Âdemin dinine birçok coğrafyada töre dini denilmekteydi ve bu dine inananlara Törükler deniliyordu. Zaman içerisinde ilk kurucularının ve inananlarının aynı bölge ve aynı soylardan gelmesi de dikkate alınarak, bu isim kısaltılmış Törükler (Türkler) olarak söylenir olmuştur. Bunun en güzel örnekleri, boy farklılığı olan Moğol, Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen, Azeri, Türk simaları ve genetik yapıları ile bir birinden farklılık gösterdikleri halde bu toplumların hepsine birden neden Türkler denildiğini biliyoruz değilmi.
Osmanlılar veya vekili Şah Abbas döneminde bölgemizde yaşayan halklar bu günküne benzer bir demografi sergilemekteydi, Halkımızın içerisinde Kendlerde icmalarda müstakil veya diğer halkların arasında yerleşik olarak yaşamakta olan 70-80 bin civarında Hıristiyan dinine mensup (Kartli – Kaheti) Gürcü nüfusu mevcuttu. Bu insanlar bölgede çıkan her itilafta inisiyatifi Gürcüler lehine kullanmakta idi. Şah Abbas bu durumu bildiği, sorunu kökten çözmek için bölgede yaşayan Gürcülerin tamamını Gürcistan içlerine veya İran daki şehirlere sürgün etti. Yerlerine Dağıstan’ın muhtelif şehirlerinden yiğit mert güvenilir savaşçılar olan Lezgi, Avar, Sakur, Ahat, Andi gibi birçok Çerkez halkını getirerek onların boşalttığı yerlere yerleştirdi. Bizim atalarımız 1600 lü yıllarda zaten tasnife tabi olmuşlar. Gürcü olmadığımızın kararı 400 yıl önce verilmiştir. Eğer gürcü olsalardı o gün sürgüne giden insanların arasında olmaları gerekirdi. Sürgüne göndermeyerek hangi halktan olduğumuzun kararı zaten o yıllarda verilmiştir. Sürgüne gitmesini engelleyen ve hangi halktan olduğumuzu belirleyen şu unsurlara dikkatinizi çekmek isterim.
1. İlk inancımız olan Töre, (Törük) dininden dolayı bizlere Törükler (Türkler) denilmesi
2.Şah Abbas henüz gelmeden İslamiyeti ilk kabul eden, kabilelerden, milletten olmamız.
3. 1600 lü yıllarda Dilimizin içerisinde Gürcüce olmayan ve ana dilimizden gelen en az %30 luk veya fazlasını oluşturan konuştuğumuz dil ve aksan farkından.
4. O yıllarda çevre köy ve şehirlerin bir birini daha iyi tanıyor biliyor olmaları sayesinde Gürcülerden olmadığımızı, imtiyazlarımızın bulunmaması ve o günkü Gürcülerin bizi kendilerden saymamaları, tasnifte ayrılmamıza sebep olmuştur.

Dil konusunda verdiği birkaç örnek çok dikkatimizi çekmişti. En önemlisi tarihe geçmiş belgelerden biri olan Dede korkut destanında geçen bir dörtlüğü, yine kardeşim İsmail Kaya nın devamını getirerek tamamladığı. En az 1000 - 1100 yıllık sözlerden birini “Eşik” kelimesinin geçtiği kısmın bizde Türkçedeki bu günkü anlamını veya manasını sordu. Kapının önündeki ağaç veya taş toprak yükselti olduğunu söyledik. Kendisi Azericede de aynı olduğunu söyledi. Yanımızda oturan 90 lı yaşlardaki Zennube, İnayet ve Peri teyzelere tarif ederek; Sizin çocukluğunuzdan bu güne kadar veya eski koca kişilerden duyduğunuz şekli ile bizim dilde ne denir? Diye sordu. Onlarda hepsi birden Eşik dediler, Gürcücesi ney diye sordu biraz düşündükten sonra yine aynısını söyleyerek biz atadan böyle biliyoruz eşik bizim dilde değilmi? Demeleri, buna benzer insanların kendilerinin yaptığı, çarşıdan pazardan alınmayan birçok kelimenin varlığının ne izah ettiğini dikkat çekmemizi istemişti.
Biz: Ramiz Beye bu anlattıklarınız doğrultusunda ortaya ne çıkıyor o zaman biz hangi milletteniz?
Ramiz Bey: Bunu izah etmek için yine bayağı geriye milattan öncesine giderek uzun bir şekilde anlatmak gerek. Gerçi Şirin Bey Hacı Aliyeva nın kitabını okuduğunuzu söylemiştiniz. Şirin Bey Hacı Aliyeva detaylı bir araştırma yaparak bu konuyu kitaplaştırdı. Ama yinede ben bazı konuların biraz yüzeysel geçildiğine eksiklerinin olduğuna inanıyorum diğer boyutları ile birlikte daha geniş detaylı incelenmesini önerirdim.
Milattan önce bölgenin hâkimi ve birçok milletin atası olan “Gel” tayfası yaşamaktaydı bizim atalarımız onlardan gelmekte. Bölgeden geçen İpek yolunun Kafkas dağlarındaki tek geçidi, Derbent geçidinin önündeki verimli vadi ve ovalara sahip alan stratejik bir öneme sahip geniş bir alandı. Bu sebep ile zaman içerisinde birçok milletin devletin hâkimiyeti altına girmiştir. 1000 yıldan fazla bir süre Alban devletinin hâkim olduğu topraklar,  Milattan Sonraki 600 yılından sonra Avar ların gelerek Alban devletinin hâkimiyetine son vermeleri 500 yıl süren hükümranlıktan sonra 1180 yılı sonrası Gürcü Krallığının hâkimiyetine geçtiği, daha sonrasında Moğolların, İranlıların, Osmanlının, Şah Abbas’ın, Gürcülerin, Rusların hâkimiyetlerine girmiştir. İster istemez yerel halk bu milletlerin kültürlerinden etkilenmiştir.
Zaten şuan konuştuğumuz konularda bu kozmo polit likten kaynaklanmaktadır.
Hiçbir millet yoktan var olmaz. Var olan bir millette yok olmaz.
Tarih kitaplarında birçok milletin devletlerinin yıkıldığını ve devamının kesildiği görülmekte, halkın tamamı katliam yapılıp kılıçtan geçirilmediği sürece, onların o devletlerin milletlerin halkının yok olduğu anlamına gelmez. Orayı istila eden güçlü ve hâkim konumda olan halkın içerisinde asimile olarak veya farklı isim alarak varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Günümüzde GEL ismiyle anılan hiç bir halk yok, Gel lerin öncesinin ne olduğu, hangi halktan geldiği, şu an kimlerin hangi milletlerin ortak atası olduğunu araştırıp bilmek gerek, ama 1500 yüz yıllık geçen süreçte Çok büyük bir nüfusa sahip olan bu halkın neslinin yok edildiği katledildiğini gösteren hiçbir belgede yok. Gel halkının kendilerini istila eden milletlerin arasına karışarak asimile olmuş veya orada farklı isimler ile yaşamış ve yaşamaktadırlar. Bizim gibi Büyük guruplar halinde olanlar azda olsa varlıklarını bir şekilde sürdürürlerken, büyük gurupların içinde kalan, küçük guruplar zaman içerisinde tamamen asimile olup o gurupla bütünleşmişlerdir. Bu sebeplerle GEL tayfasının karıştığı Akrabalık kurduğu halklar arasında Lezgilerin, Avarların ve diğer Kafkas halklarının isimlerinin sayıldığı bilinmektedir.          
Yani bu bilgiler doğrultusunda 200 yıl önce bilinen Gürcülerin, Rusların bölge halkına verdiği ad LAKELER (Lekeler) ismi genel kullanılmış bu sözle Avar, Lezgiler ve Bizleri yani üç imamlar döneminde Rusların karşısında savaşan tüm kendilerine karşı olan Kafkas Halkları kast edilmiştir.
Yani bu gün Türkiye’de sizlerin kullandığı gibi, Çerkezler dendiğinde tüm (Şapsığ, Kaberdey, Lezgi, Avar, Abhaz, Çeçen) Kafkasya’dan gelen halklarının kast edildiği anlamın benzeri olan bu söze göre sizin dedelerinizin kendilerini Avar veya Lezgi olarak adlandırdıkları sözlerin doğru olduğunu söylemek gerekir.
Biz: Anlattığınız konuyu destekleyecek bilgi ve belge bulma şansımız varmı
Ramiz Bey :  Bu anlattıklarımı direk ifade eden belge bulmanız imkansız ama elimizde bir çok kayıt var bunlar Gürcü dilinde ve Rusça olmak kaydı ile Muhtarlık (Belediye) arşivinde mevcuttur.
Biz:  Bu belgeleri görme şansımız varmı?
Ramiz Bey : Belgeleri görseniz bile Siz Gürcü dili veya Rusça biliyor musunuz? Bilmediğinize göre bir şey anlayamayacaksınız. Tercüme ettirmek üzere suretlerini isteyeceksiniz, onuda biz yapamayız, çünkü o belgeler özel izine tabi belgeler, Zagatala’dan veya Bakü den resmi makamlardan izin almadan sizlere belge vermem imkansız.
 Biz:  Atalarımızın buradan göçmeden önceki nüfus veya resmi kayıtları varmı onları öğrene bilirmiyiz?  
Ramiz Bey :  Evet kendimizin geriye dönük en az 400 yüz yıllık belgelerin kayıtları var, orada bu bilgileri bulabilirsiniz ama onlarda aynı izine tabi. Senin belgeye ihtiyacın yok ki, senin aradığın kişiler zaten belli. Gidenler (Muhammedveliyan lar, Madalar, Dalakavriyanlar, Ganlipapalar, Sofiler, Hocalar) kabileleri, Aliabattan. (Galalılar, Gandaxlılar, Musullular, Muganlılar, Marsanlılar) ayrı kentlerden, Sen Soy ve kabile ismini söyle akrabaların zaten seni kendileri bulurlar onlardan daha güzel bilgiler alabilirsin. Zira sizden önce gelen Kazım Laçinbala bu bilgileri 1992 yılında araştırarak tek tek kabileleri buldu onlara yaşayan akrabalarının olduğu bilgisini verdi. Yani sizin neslinizden olan kişiler 22 yıl içerisinde ölmemişse sizlerden haberdardırlar.
Bundan sonrasını mahalle veya evlere gittiğinizde öğrene bilirsiniz dedi.
Biz:  Ramiz bey bizim köyde yaşayan insanların göçtüğü Gala, Gandax, Musul, Mugan, Marsan köyleri ile Aliabad halkı aynı milletten mi onlar hangi milletten ler. Diye sordum. Bu soru üzerine meclisimizde küçük bir istişare oldu
Ramiz Bey :  O köylerin tüm halkı tanıyorum diyemem. İçlerinde azda olsa tanıdıklarımız var onlardan malumatımız olduğu kadar, benim bildiğim veya arkadaşların söylediğine göre diğer Kafkas halklarından yaşayanların olduğunu söyleye bilirim. Zira Şah Abbas döneminde 400 yıl önce Tüm köyler tasnife tabi olmuş her köye her şehre Dağıstan’dan gelen halklar yerleştirilmiş, bu süreçte hangi millet çoğunluksa azınlığın kendisine uyum sağlamasına sebep olmuştur. Özetle 100 hanelik bir köye 10 hanelik Dağıstanlı gelmişse çoğunluga uymuş 100 hanelik bir köye 200 hane gelmişse onlarda aynı keza gelenlere uymuşlar. Bizim köyde de durum aynı olup biz çoğunluk olduğumuz için onlar Avarlar, Lezgiler veya diğerleri bize uymuş asimile olmuşlardır. Yani ataları onlardan olanlarda bugün İngiloy olduklarını söylemektedirler. Dedi
Biz:  Aslında şu ana kadar köyünüzde gördüklerim ve sizlerin anlatımından duyduklarımla bu soruyu sormamam gerekir diye düşünüyorum. Ama ortada sanal ortamda kayıtlı resmiyet teşkil eden bir fiili durum var. Rüstem Şapaşvili arkadaşımız sizin köyü temsil eden İngiloy ru adlı internet sitesinin olduğunu burada Aliabad’la ve İngiloylar la ilgili her tür bilgiyi bulacağımızı belirtmişti. O sitede bizim köye geldiğinde, köyde çektiği resim ve görüntüleri yayınlamasından sonra bizden de bir şeyler var diyerek ingiloy ru adlı siteyi köyümüz sayfalarında paylaşıp insanlarımızın okumasını istedik. Siteye giren yeni nesil köyümüz gençlerinin bizim köyle ilgili yazıların olduğu sayfalardan başka diğer sayfalarına da girip okuduklarını. Oradaki yazıların gürcü dilende yazıldığını ama Googlede çeviri programını kullanarak Türkçeye çevirip okuduklarını. Çeviri hatası değil ise oradaki yazılardan rahatsız olduklarını o sayfalarda gürcü okullarımızı istiyoruz, kiliselerimizi istiyoruz, dinimizi yaşamak istiyoruz, Gürcistan’a bağlanmak istiyoruz diyen yazıların bulunduğu duyunca bende okudum resimlerle desteklenmiş bu yazıların ne anlama geldiğini ve ne demek istediklerini bir anlam veremedim.
Şuan burada gördüklerim ve sizin söylediklerinizle bağdaşmadığını gördüğüm bu siteden, bu yazılardan haberiniz varmı, yok mu, sizler kiliselerinizi geri istiyor musunuz? Sorusunu sordum
Ramiz Bey: Belirttiğimiz siteden haberdar olduklarını, başkalarından da aynı şikâyetler geldiğini, kendileri veya köy ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını farklı kişiler tarafından yönetildiğini, tasvip etmedikleri öyle yazıların yazıldığını ve sitede yayınladığını çeviri hatası bulunmadığını doğrulayarak bu sebepten sitenin bizleri temsil etmediğini düşünüyoruz, köy halkının zaten doğru dürüst girip bakmadıklarını. Öyle düşünen kişiler varsa bile koca kent deki tüm haneleri temsil edemeyeceklerini. Onların sayıların çok az olabileceğinin bilgisini aldım.
Biz:  Birde Bizi getiren şoförün bahsettiği 25 gün önce Zagatala’da yapılan 100-150 kişilik gösterinin sizin köydeki insanlar tarafından yapıldığını ama polisin tuttuğu kişilerin sizden olmadığını söyledi durum ney?
Ramiz Bey: Bizim ilgimiz alakamız yok ama her nedense köyümüzün adı geçmiştir. Her milletin içinde iyisi olduğu kadar kötüsü de vardır. Belki Katılan birkaç kişiden dolayı öyle denilmiş olabilir dedi.
Bu konuşma bayağı uzun sürdü meclisimizde bulunan teyzelerimizde mevzuya dâhil oldular Şuan köyde yaşayan 4 haneden bahsederek sonradan din değiştirdiklerini 12000 nüfusun içerisinde bunların kendilerini temsil etmediğini söylediler. Bu konuşma yaklaşık 10 – 15 dakikalık bir sürede oradaki meclisimizde herkesin dâhil olması ile konuşuldu tartışıldı.
Ramiz Bey Geldiğinde saat 17 de bir yere gitmesi gerektiğini o saate kadar zamanı olduğunu söylemişti. Ama sohbet güzel ve çok faydalı olduğu için zamanın nasıl geçtiği hiç fark edilmemişti Ramiz Beyin telefonu çaldı saatine baktı, kendisini bekleyen kişi arıyordu, gideceğim dediği saati 40 dakika geçtiğini görünce fark etmedik sözümüze geç kaldık. Bana müsaade ederseniz Nazım beyden beni gideceğim yere bırakmasını isteyeceğim, diyerek müsaade istedi. Vedalaşırken video çekimi yapamadık hatıra resmimiz olsun diyerek bir resim çekildik ve Ramiz beye verdiği bu faydalı bilgilerden dolayı teşekkür edip uğurladık.
Ramiz beyin verdiği bilgiler içerisinde tartışmamız gereken yerler olabileceği için orada bulunan kişiler ile bazı konuları yeniden açarak tezat oluşturup oluşturmadığına dair kritikler yapmaya başladık.     

Ramiz Muallim beyi, Nazım Balayev kardeşim arabası ile Muhtarlığa bırakıp geldikten sonra bizleri Aliabat’ın görülmesi gereken yerlerini ve köyün mezarlığını gezdirmek istediğini, akşam olmadan çıkmamız gerektiğini söyledi sağ olsun ev sahibimiz akşam yemek hazırlıkları yapacağını hatta Bakü’de oldukları için Nezir beyin dayalı döşeli evini bizim kullanımımıza hazırlayacağını söyledi. Zagatala da Grata otelde eşyalarımızın olduğunu ve gitmemiz gerektiğini izah ederek müsaade aldık, oradan büyüklerin ellerini öperek ve hayır dualarını alarak vedalaştık ayrıldık.
Köy diye bildiğimiz yer aslında bir kasaba imiş, ama yerleşim şekli ile arsaların çok büyük olması, her evin 3 ila 10 dönümlük genişlikte, içerisinde evi ağılı samanlığı tüm müştemilatları ve çiçekliği meyveliği sebzeliği ayrılmış bahçe dizaynı ile tam bir Kafkas halklarının kullandığı ev avlu dizaynına sahip evlerden oluşmaktaydı.
Biz Muhammedveliyan sokağını merak ettiğimiz için öncelikle oraya gitmek istemiştik ama her caddenin uzunluğu 2 – 3 km den az değildi yâda gözümüze öyle geldi öncelikle çevre köylerin yollarını ve yerlerini gösterdi. Musul köyünü adını sıkça duyduğumuz Alazan çayını derken güneş batmaya akşamın alaca karanlığı düşmeye başlamış köyün inekleri camızları gelmeye başlamıştı Bizim dedelerimizin de bu camızları arabalara koşarak geldiklerini ve köyümüzde hala camızların bulunduğunu söyleyip eskiyi yad etmiştik artık insanlar iş güçle ilgileneceği ve alaca karanlık olmaya başlayınca geziyi sonraya bıraktık, Nazım Balayev bey aracı kendi evine sürerek bir çayımı içmeden sizleri bırakmam dedi. Kısa bir süre içinde olsa o güzel kardeşimin ailesi çocukları ile tanışma fırsatımız oldu. ama hepimizde iz bırakan bir yaşında küçük bir kız çocuğu, Nazım beyin torunu, oğlunun kızı, Zeynep o kadar tatlı ve sevimliydi ki maskot gibiydi sanki. Yaptığı şirin hareketlerle kendini sevdirtmekteydi. Depremden hasar gören eski evinin yerine yeni yaptığı evini, bahçesinden çıkan iki adet bulakları Altı ağıl üstü samanlık olan sağlıklı ahırını gezip inceledikten, çayımızı içip bahçesinden topladığı meyvelerden yedik. Sonra ailesi ile vedalaştık. Nazım bey ile Zagatala ya gitmek üzere yola çıktık. Henüz ilk kavşağa gelmiştik bu büyük bina ney dedim Nazım Bey (Aziz Mahmut Hüdai vakfı) Aliabad İslam medresesi olduğunu ve yatılı okul hizmeti verdiğini durun size göstereyim dedi. Büyük bir kapıdan içeri girdik sanırım yemek saati yakın olduğu için tüm genç öğrenciler dışarıda idi aynı zamanda Öğretmenlerde boş ve dışarıda lardı bizim geldiğimizi görünce nöbetçi öğrenci hemen öğretmen veya idarecilere haber verdi. Nazım Beyi tanıdıkları için bizleri de tanıştırdılar öğretmen arkadaşımızın Türkçesi pürüzsüzdü dikkatimizi çekti siz sanırım Türkiye den siniz dedim. Evet Türkiye’den geldim Samsun 19 Mayıs üniversitesinde öğretim görevlisiyim aslen buralıyım 45 günlük iznimde gelip halkıma hizmet ediyorum dediğinde duygulandım insanlarımızın yanlış kişilerin elinde yanlış yönlendirilmemesi gerektiğini bu insanlara gerçek islamı hak yolunu öğretmek üzere burada olduklarını ve sabahtan öğleye veya saat 15,30 kadar Azerbaycan okullarında okuduklarını o saatten sonra geldiklerinde 3 yada 4 saatlik dini eğitim verildiğini 4 yıllık eğitimin sonunda isteyenlerin yeterlilikten geçmeleri şartı ile imamlık yaptıklarını devlet denetiminde türkiyedeki imam hatip seviyesinde bir yatılı öğretim kurumu olduklarını söyledi bunları öğrencilerin birbirlerine saygısı ve efendilikleri, aldıkları eğitimin kalitesini göstermekteydi değerli öğretmenlerimizle anımız olması için bu resimleri çekilmiştik. Yaptıkları amme hizmetinden dolayı teşekkür ettik ve başarılar dileyerek vedalaştık oradan ayrıldık. Aliabad dan çıkmış Zagatala yolunda sohbet ederek yola devam ediyorduk. Yol kenarındaki Trafik polisine gördük yavaşladık, burada patrol dediklerini öğrendik. 
Nazım bey yarın size Zagatala yı gezdireyim burada görmeniz gereken ve tarihimizi gösteren yerler var oraları sizlere göstereyim dedi. Yol boyunca sohbet ederek görmemiz ve bilmememiz gerekenleri anlatarak bu kez Zagatala’ya farklı yoldan asma köprüden geçerek girdik. Yukarı Tala bölgesindeki caddelerin güzelliklerini görerek otelimizin önüne geldiğimizde Nazım Beyden Akşam yemeği için misafirimiz olmasını istedik, ama evden gelen bir telefon ile kalamayacağını ve hemen geri Aliabat’a dönmesi gerektiği için yarın sabah görüşmek dileği ile diye randevulaşarak ayrıldık.
Otelimize geldik akşam yemeğinden önce çarşıyı biraz gezdik açıkçası bölgenin özel farklı yemeklerinden bula bilirmiyiz dedik ama o tür yemeklerin öğle yemeği için yapıldığını akşam saatine kalmadığını öğrendik bu sayede çarşının büyük bir bölümünü bayağı gezmiş olduk saat az ilerleyince (21,00 – 21,30) sıralarında sokaklarda artık kimse kalmamış tüm işyerleri kapanmıştı geri otelimize geldik otelin lokantasında uzun süren bir akşam yemeği yedik, yatmak için odamıza  çekilip yattık.
O sabah henüz biz kalkmadan sözünün eri Nazım Bey Sabah saat 07,30 da gelmiş aşağıdan korna çalıp telefon edince hemen kalktık balkona çıktık, bizim yeni kalktığımızı görünce bir işi olduğunu 1 saat sonra geri geleceğini söyledi hemen giyinerek otelin teras katındaki kahvaltı salonunda kahvaltımızı yaptık ve Nazım beyi bekletmemek için aşağıya indik. Tüm bankalar bizim bulunduğumuz bayrak meydanında olduğundan bir yere çıkmadan elimizdeki parayı manatla değiştirmemiz gerekiyordu onu yaptık. Aslında Türkiye deki anlaşmalı bankalarda hesabınız varsa kartınızla hesabınızdaki TL yi manat olarak bankamatik lerden çekmenizde sağlanıyor onun için boşa sıkıntıya girmeye hiç gerek yokmuş sonradan öğrendik.

ZAGATALA ŞEHRİNDEKİ GEZİMİZDEN KESİTLER

Önceki günlerde yürüme mesafesinde olan bir çok yeri gezmiştik ama Zagatala şehrinin çok geniş bahçeli evlerden oluşması sebebi ile çok büyük bir alana yerleşmişti. Aşağı Tala , Tala, Yukarı Tala ve Çar olmak üzere 4 bölgeden oluşmakta olan bu şehri araçsız gezmeniz biraz zor olur. Zagatala şehrini ben 1970 yıllarda ki Osmaniye şehrine benzettim tek ve iki katlı evleri ile yeşillikler içerisindeki meyve bahçeleri sanki kardeş şehir gibiydiler. Bahçeleri sulamak için açılmış su kanalları (Arklar) dahi aynı idi, şimdi 40 yıl sonra Osmaniye taş yığını oldu ayrı bir şey tabi.
Onun için Nazım Balayev kardeşim belirttiği saatte geldiğinde bizler bu şehirde görmemiz gereken yerler nerelerse sana bırakıyoruz diyerek arabaya binerek yürümeye başladık. Birbirine benzeyen sokaklardan geçerek ilerlerken tanıtıyor ismini Heydar Aliyev Küçesi (Küçe Sokak demekmiş) tanıtarak gidiyordu, nadiren çok katlı yeni binaların yapıldığını gördük onların ne olduğunu sorduğumuzda bir kısmının özel bir kısmında devlet tarafından yapılan inşaatlar olduğunu belirterek hemen aracı o istikamete sürdü. Bir yıl sonra Azerbaycan’da Avrupa olimpiyatları olacak onun için yapılan olimpiyat kompleksi ve spor tesis binaları olduğunu söyledi. Çoğu bitmiş durumdaydı. Zagatala nın genç sporcularının o tesislerde çalışmalarını yaptıklarını olimpiyatlara hazırlandıklarını gördük. Buradan da Zagatala nın kalesini göstereyim dedi dağ eteğine doğru ilerleyerek şehir içerisinde kalmış kalenin kapısına geldik tamda kaleye yakışır azametli demir giriş kapısı kapalı idi Nazım bey seslendi kalenin görevlisi (bekçisi) Hayrettin Recepov bey geldi kapıyı açtı içeri girdik, hoş sohbet beyefendi bir kardeşimizdi buyurun gezin dedi kardeşim İsmail bu güzel eserlerin biz detaylarını öğrenmeyelim mi bize biraz bilgi vermeyecek misin dedi tabi veririm çoğu yalnız kendileri gezmek istiyordu o sebepten dedim diyerek gezdirmeye başladı. İlk bakışta kale duvarlarında eski ve yeni örmeler görünce tadilat yapıldığı besbelliydi. İri çakıl taşları ile örülmüş taşların ilk yapıldığında harcının kireç ve yumurta ile yapıldığı onunla örülen duvarın hala sağlam olduğu. Tadilat gören yerler çimento ile yapıldığından onun kadar dayanmayacağı bariz belli idi. Ecdat yadigârının öyküsünü anlatmasını istedik en çok dikkatimizi çeken kısmı Şeyh Şamil’in İmam olduktan sonra ilk fırsatta (Çarbalakan) Zagatala’ya gelerek kaleyi ve şehri Rusların elinden almak için Kafkas dağlarını aşarak geldiği o gün bugündür ağaçsız yol gibi duran tepeyi gösterdi. Kaleyi fet ederek ilk girdiği kapının yıllarca Ruslar tarafından kale geri alındıktan sonra cezalı kapı ilan edilmesini anlattı. Yol üstünde Süvarilerin Ahırlarını kalenin suyunu karşılayan sarnıçları, askerlerin koğuşlarını kısacası kalenin her yerini detaylı bir şekilde gezdirdi. Bu gezi ile ilgili Resim ve video çekimi yaparak anı olarak yanımızda getirme imkânı bulmuştuk. Buradaki gezimiz bittikten sonra kalenin bekçisi Hayrettin Recepov beye Veda ederek kaleden ayrıldık. Biraz daha ilerledikten sonra CAR bölgesine girdik. Orada Rahmetli Ünlü Çeçen lideri, Cevher Dudayev’in en az 300 bin kişinin katılımı ile Açılışını yaptığı İmam Şeyh Şamilin büyük büstünü görmemiz için oraya gittiğimizi söyledi.
Üç yol kavşağının birleştiği alandaki küçük bir parkın içerisinde azameti ile duran şehrin hala kendi himayesinde olduğu gösteren büstü bile bizi duygulandırmaya yetmişti. O gün omuz omuza olanların duyguları kim bilir nasıldı. Burada bir dua okuyarak rahmetle andık Şeyh şamilin bölgede dilden dile anlatılan öykülerini dinledik.
Araba ile Çar’ın içerisinden geçtik bu arada zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişiz saat 12 olmuştu geri çarşı merkeze döndük Bizdeki adı öğretmen evi olan Zagatala Reyonu Medeniyet Evine geldik burada bizim kasabanın muallimleri vardır onlarla tanıştırayım dedi ve ilk karşılaştığımız ve bizi görünce hemen karşılayan Değerli Kardeşimiz Şahid MADAYEV ile tanıştık beraber oturduğu diğer muallim arkadaşlarımızla da tanıştırdı güzel bir sohbet ortamında demli çayımızı yudumlarken sohbet koyulaştı Şahid Bey Köydeki Madalar kabilesinden kendi akrabalarını sordu ona Türkiyedeki akrabası Osman Mertin kendisine çok benzediğini amca oğlu olduğunuzu kim görse tasdikleyeceğini söyledim. Bu konuşmanın üstüne masada oturan diğer arkadaşlar merak ederek sorular sordular. Şahid bey bizlerin 150 yıl önce bu topraklardan göçen akrabaların çocukları olduğumuzu ve akrabaları görmeye geldiğimizi söylediğinde hayret ve şaşkınlıkları gözlerinden okunuyordu. Yaptığımızı takdir etiklerini belirten güzel sözler söylediler.
Ramiz bey ile dün yaptığımız sohbettin detaylarından bahsettik değerli hocamın da bu konuda duyduğu bildiği atadan aktarımlarını da dinledik. Genelde aile öyküleri dışında bilgiler ortak noktada buluşmaktaydı ama yinede güzel faydalı bir bilgi paylaşımıydı burada 1 saatten fazla bir zaman geçmiş altında oturduğumuz ağacın gölgesi yola doğru kaydığında güneşten yer değiştirelim dedik Şahit bey buradan kalkalım başka güzel oturacak yerlerimiz var oraya gidelim dedi ve kalktık. Biz gönlümüzden geçeni dile getirerek arkadaşlarımızı yemeğe davet edelim istedik, kalp kalbe karşı derler ya aynı şeyleri onlar da düşündükleri için ben Muammerle beraber Nazım Balayev’in, Kardeşim İsmail de Şahid Beyin araçlarına bindik Zagatala dan çıkarak Aliabad yoluna girdik yolda gelip geçerken sürekli gördüğümüz (Nail-Naip) Bulak tesislerine gideceğimizi buranın bölgedeki yemek yenecek en güzel yeri olduğunu söylediler. Tesislere geldiğimizde şöyle bir çevreyi gezdik oraya adını veren bol suyu olan (Naip-Nail) Bulak ın ismini nerden aldığını ve öyküsünü Şahid bey şöyle özetlemişti Bu bulak Şeyh Şamilin ve Naip lerinin gelip burada Abdest alıp namaz kıldığı ve savaş veya savunma kararları aldığı Toplantı yerleri imiş onun için Bulağın adı Naip Bulağı olarak adlandırılmış ama halk dilinde Nail bulak olarak söyleyenlerde var ama onlarda aynı Naip anlamında kullanmak tadır. Ata yadigârı bu güzel kaynaktan bir bardak su içtik, çok güzel kaliteli şişelenecek evsafta bir su olduğu için lokantaya yemek yemeye gelmese dahi yoldan geçen herkesin durup bu kıymetli sudan içtiği ve sonradan içmek için su kabını doldurdukları bir yerdi. Hatta bize burayı tanıtan Şahit beyle konuşurken Bize çok dikkatli bakan birisini fark ettiğimde hayırdır arkadaş birine mi benzettim diyerek mevzuya girdiğim şahısla sohbete başladık karşımıza temiz bir Türkçe konuşması ile başlayınca şaşkınlığımızı gizleyemedik sen ne geziyorsun burada dediğimizde az ileride duran 34 plakalı TIR’I göstererek onun la Bakü ye yük getirdiğini buradan Zagatala dan İç Fındık yüklediğini Türkiye ye götüreceğini söyledi Bizim neden burada olduğumuzu sordu, durumu izah ettik onun şaşkınlığı daha da arttı. Bizim Türkiyelilerin buralarda akrabaları olduğunu bilmiyordum insanların cana yakınlığı buradan geliyormuş öğrendiğim iyi oldu dedi. Kendisininse Samsun lu olduğunu söyledi orada da bu bölgeden göçmüş köyler ve insanlar var dedik onların Dağıstanlılar olduğunu söyledi hemen işi düzelterek buradan 150 yıl önce insanlar göçerken bu bölgede Dağıstan toprağıydı sonradan bura Azerbaycan’a bağlandı ondan dolayı Dağıstanlılar dediklerini biliyor musunuz dedik. Gidince öğreneceğim diyerek Tır cı arkadaşı uğurladık biz Lokantanın tesislerini biraz gezdik. Çok geniş ve ağaçlarla dolu bir bahçe içerisinde yer sıkıntısı olmadığından seyrek dizilmiş masalar yerleştirilmiş birçoğu öğle yemek saati olması sebebi ile yemek yiyen ailelerce dolu durumda olduğunda güzel manzarası olan yola yakın bir masa seçerek oturduk. Şahid bey Gelen garsona Bu arkadaşlar Türkiye den gelen misafirlerimiz, onlara biz sizin bu bölgenin en iyi lokantası olduğunuzu söyledik onun için bizi mahcup etmeyin dedi. Garson abi o zaman siz işi bana bırakın ben size herkese hitap edecek Lüle, Tike, Bastırma ve Keçevle den oluşan ortak bir menü hazırlayım dedi öncelikle çok mu açsınız? Azmı? Diye sordu o ney diye bir birimize bakarken. Bizde yemek ne kadar olsun bir mi? bir buçuk kişilik mi? olsun sorusunun benzeri olduğunu söyleyerek, kardeşim İsmail yok çok aç değiliz birer kişilik normal porsiyonlar halinde olsun diyerek siparişimizi verdik. Burada tüm lokantalarda olduğu gibi ana yemekler hazırlanana kadar sıcak tandır ekmeğinin eşki mayalısı, hazır çarşı mayalısı ve beyaz unlusu olmak üzere üç çeşidi kahvaltı tabağında sunulan peynir çeşitleri ve tere yağ ile birlikte masaya getirdiler. Tandır ekmeği ile okadar leziz diki zaten ana menüye gerek yokmuş dedik. Ana yemekler Soğumaması için pişirim süresi sırası ile getirdiler en son olarak keçevle geldi. Biz keçevleyi köyde bal kabağı ile yapılan tatlı niyetine yenilen şekerli bir börek olarak yapıyor o şekilde tüketiyorduk. Ama bu gelen keçevle şekerli değil kıymalı etli ve sac üzerinde pişmiş etin içindeki baharatlarının kokusu dışarı vuran, nefis bir görünümde etli börek idi. Birer tane alıp yediğimizde herkes diğer yemeklere hiç gerek yokmuş, keşke sadece keçevleden yeseymişiz dedik. Yemekte sohbetlerimiz devam etmekteydi Şahit Bey Aliabad’daki orta öğretim okunun müdürü idi, Kardeşim İsmail Kaya da İstanbul Bakırköy Bayram paşa İnönü Endüstri Meslek lisesi Atölye Öğretmeni olunca Kardeş okul kapsamında yapılacak yardım ve girişimler konusunda mevzusunu derinleştirdiler. Denklik sorununu nasıl aşılacağı gibi konular falan derken bir saatten fazla bir zaman geçmişti kalmak zamanı gelmeden malum niyetimiz baştan belli bizim davetlimiz olacaklardı lavaboya diye çıkan kardeşim İsmail hesabı ödemek istediğinde Şahid bey kasaya tembih ettiği için ücreti almadılar. Israr ile ödemek istememize rağmen Biz gelsek siz Türkiye de böylemi yapacaksınız bize dediğinde söyleyecek söz bulamadık ve paranız geçmez cevabı aldığımızda bir kez daha bu güzel insanlar bizi mahcup etmişlerdi. Teşekkür ederek lokantadan ayrıldık.

ALİABAD’A İKİNCİ KEZ GİDİYORUZ YARIM KALAN GEZİYİ TAMAMLAMAYA

Araçları direk Aliabad’a sürdüler girişte durup Aliabad levhasının yanında birer resim (Şekil) aldıktan sonra Önümüzde giden Şahid beyi Takip ederek Madaların Muhammedveliyan ların sokağına girdik. Sanki kendi köyüme girmiş gibiydim evet burada da tüm evlerin yüksek taş duvarları vardı ama yaklaşık iki üç yüz metrelik aralıklar ile ev lerin önünde insanların oturması sosyalleşmesi için tahta çakma sedir veya iskemleler vardı. Aynı bizim köyde olduğu gibi. Bu güzellikleri görünce Rahmetli İbrahim Dedemin Nazmiye Halama anlattığı yolun kenarından içilecek kadar temiz ve bol akan ark vardı dediği söz dikkatimizi ilk o çekmişti.
Bununla beraber Yine  Nazmiye halamın detayı ile anlattığı başka bir anı, bir anda gözümün önünde canlanmıştı. “Bir bayram arifesiydi köyümüz Dağıstan da sabah saatlerinde Çoğu zaman Olduğu gibi yine Nazmiye halamın yanına elini öpmeye uğradım Ceyhan’a gideceğim şehirden bir isteğin bir ihtiyacın varmı dedim. Oda sabah erkenden kalkmış evinin avlusunu süpürmüş yeni bitirmiş yorgundu. Dinlensin diye birer sandalye çektik aşağıda, avluda oturup sohbet ediyorduk. Oğlu Hasan abimin öğle sonu geleceğini tüm ihtiyaçlarını akşam telefonda bildirdiğini alıp getireceklerini söyleyip, benim sormama çok memnun olmuş olmalı ki Dua etti birkaç özelliğim den dolayı beni dedeme benzetirdi. gözleri doldu Adı sahibin, yani İbrahim dedem babası aklına gelmişti ne oldu hala dediğimde kafasını kaldırdı tüm komşular Samet abinin kızı Fatma, Durmuş emminin kızı Meryem, İğneci Âlinin gelini Tülay, kısacası herkes Bayram temizliği için avlusunu süpürüyordu. Süpürge yapanları gösterdi rahmetli babam da gördüğünde hep ağlardı. Dedi ve devam etti, evimizde bekâr genç kız iken Bir gün bana da süpürgeyi bıraktırdı yanına gidip oturdum neden ağlıyorsun baba dediğimde Hem ağladı hemde anlattı. Annesini çok küçük yaşta kaybettiği için Mada Oğlu Hacı Muhammed’in eşi Tanrıverdi Kızı Azize teyzesinin yanında çok zaman geçirirmiş. Azize teyzesi avlu süpüren birini görse ağlamaya başlarmış, kendi kızı gelini olursa süpürmeyi durdurur o işi kendi görmeden yapılmasını istermiş. Bir gün kızı Mihriye sormuş ana niye bize süpürge yaptırmıyorsun komşular bile süpürge yapamaz oldu senin ağıtından bunun sebebi ney diye sormuş. Azize teyze buraya gelmeden ana yurdumuzda da şimdi sizlerin yaptığı gibi aynı şekilde her sabah erken kalkar inekleri sağar avluyu süpürdük. Bizim evin karşısına kadar ben süpürür kalan kısmı Komşumuz İsmail emminin hanımı süpürürdü bana göre yaşlı olduğu için çoğu zaman ona kıymaz onun avlusunu da ben süpürürdüm. Oğlu Abdullah evlenecek yaşa gelip kız aradıklarında ısrarla küçük bacım Şirin’i almalarını istedim onları da anamı babamı da ben ikna ettim baba evimizde olduğu gibi karşılıklı avlu süpürürüz karşıdan karşıya konuşuruz dedim Allah razı olsun dediğim oldu bacımı aldılar 8-10 yıl gönlümden geçirdiğim gibi çok güzel günlerimiz oldu. Yolumuz bu gurbet ellere düştü yolda gelirken Bacım Şirin ve kocası Abdullah da öldü şimdi sizin çaldığınız her süpürge sesi bana bacımı ve onunla yaşadığım günleri anıları hatırlatıyor. Süpürge çalma sesinden konuştuğunu anlamıyorum deyip onuda hep durduruyordum. Onun için o anlar gözüme geliyor ondan ağlıyorum yavrularım diyerek anlattı. Bu Öyküyü dinleyen Ben dâhil herkes ağladı, işte benimde aklıma hep anam ve teyzem geliyor, bende çocuk halimde onları çağırmaya gider acıktım derdim. Öyle ayrılırlardı ama yine konuşmaları bitmez az bekle dediklerinde çocuk aklıyla kızardım. Aklım başıma geldiğinde o anların ne kadar güzel bir şey olduğunu anam değil ama teyzemden öğrendin. Onların bu muhabbetini niye kestiğime kızıyorum aynı anılar benimde gözümde canlanıyor işte bu sebepten ağlıyorum kızım demiş. Nazmiye halam bunun üzerine bende babamdan daha önce kalkıp süpürge yaptım yâda babam tarlaya camiye gidince avluyu süpürdüm. Şimdi bu süpürge sesleri onların uzaktan bir birleri ile konuşmaları beni geriye götürdü bende babamı hatırladım bayram üstü rahmet ve dua istemiş diyerek tarihten bir sayfa geçmişti.
Geldiğimiz adresin her şekilde doğru olduğu kesinleşmişti uzun bir sokak olduğu için Önce yol boyunca sonuna kadar gittik. Geri döndüğümüzde kış hazırlığı yapan kamyonla balyalar halindeki getirdiği yoncaları ağıla istifleyen arkadaşı görünce Nazım Balayev kendisine de lazım olduğunu nerden ve kimden aldığını öğrenmek için durup sorunca bizde araçtan inip sohbete başladık. Önce bizleri tanıştırdı Burca İsayev in Rahmetli Şirin nenenin halası Hacı Murat dedenin bacısı Haice nenenin torunu imiş yani akrabalarımızdan biri atadan babadan duyduğu bilgi ve güzel anıları anlattı. Evine davet etti ama işi yoğun olan adam meşgul edilmezdi. Onun için sohbeti kısa kestik onlarda az dinlenmiş bizde bilgi sahibi olmuştuk vedalaşarak ayrıldık.
Bizden önde Şahid beyle kardeşim İsmail, Asırlardır Madaların ikamet ettiği evin önünde durmuş orada Abdullah İsmailov amca ve diğer komşular ile sohbete başlamışlardı. Bizde yanlarına giderek tanıştık konuşmaya dâhil olduk tekrar olmasın diye kaçırdığımız konuları İsmail den sonra öğreniriz diyerek konuşmayı az dinledikten sonra bizleri ilgilendiren yerden müdahil olduk. Hepsi birbirinden değerli cana yakın insanlardı, sanki kan çekmişçesine bir yakınlık hissi vermişti. Geçmişten anıları anlatırken Abdullah Amca duygulanıp ağlamıştı. Bizleri gören Konuşmaları duyan diğer komşular gelmeye başladı bir anda onlarda sohbete dâhil oldular.
“Nazmiye Halamın dedemden aktardığı bir anının bende ifade ettiği anlam duygusal yaşanmış bir an olarak hafızamda yer etmişti. Şimdi o anı burada farklı bir anlam kazanarak işe yarayacağını nerden bilebilirdim. Madaların evini bulmuştuk ona komşu olan 4 evden veya civarından biri bizim dedemizin yurdu olmalıydı. Soy ismi bu topraklarda Azerbaycan’da ne zaman verildi bilmiyorum ama İsmailov soyadını kullanan Abdullah İsmailov bizim akrabamız mıydı? Abdullah ve Kurbanının orada kalan küçük kardeşlerinin çocukları İsmail onlarında Ata Babası olabilirmiydi. Diğer komşuları da görüp sormadan tanımadan hemen karar vermemek gerekirdi. Bide şu durum vardı Daha önceki giden ve akrabalarını arayanlara bunlar mal mülk istemeye geldi gibi bir tavır alarak uzak durup bilgi vermediklerinden bahsettikleri için biraz tedirgindik. Tedbirli davranarak sorular sorup yanlış anlaşılmaya yol açmayalım diyerek farklı bir üslup kullandık.”
Bu güzel insanlarla Yaklaşık yarım saate yakın konuşma süresinde yine çok değerli faydalı bilgiler ve anılar dinledik sorduğumuz bazı sorularımıza net cevaplar alamadığımız için kesinlik kazanmayan bilgileri kayıtlardan araştırmak üzere sonraya bıraktık yani akrabalarımızla hem tanıştık hem tekrar vedalaşarak oradan ayrıldık. Şahid bey önden gidiyordu arabayı direk okul belediye ve işyerlerinin bulunduğu çarşı merkezine evinin önüne sürdü. Atadan kalma göçten önce yaptıkları çarşı merkezdeki tarihi 2 katlı işyerini ve buranın tarihini anlattı. Ruslar geldiğinde bu mekâna el koymuşlar ve bir asır postane olarak kullanmışlar. Ruslar çekildikten sonra geri Mada ailesine iade etmişler, ama 200 yıllık evi tamir etmedikleri için boş kaldığı sürede kullanılamaz hale gelmiş. Aslına uygun tamir yapılması istendiği için yıkıp yapmak tan çok daha pahalıya mal olacağından bizde dokunmuyoruz. Devlette ne kadar direnecek onu bekliyoruz demekle gözle gördüğümüz çaresizliği dile getirdi. Yani açıkçası tarihi binanın kaderine terk edildiğini vurguladı.
Şahid beyin arka taraftaki evine geçtik Muhterem Annesi, Eşi ve çocukları, ailesi ile tanıştık, Nazım Balayev ile Şahid Madayev in bacanak olduklarını orada öğrendim. Araştırma konumuza esas konuda annesi ile de güzel sohbetlerimiz oldu. Ben belli bir yaşın üzerindeki insanların bu konuyla ilgili atadan babadan anlatılan bilgilere daha çok haiz olduklarını gördüm. Çayımızı yudumlarken bu bilgilerden faydalanmaya çalıştık karşılıklı soru cevap şeklinde geçen konuşmanın sonuna gelmiştik Zira saat 16 da Gax, Marsan Köyüne gidip orada bir Asker uğurlama toyuna katılacaktık. Onun için Şahid Madayev ve ailesi ile vedalaşarak ayrıldık.

MARSAN KÖYÜNDE ASKER UĞURLAMA TOYUNDAYIZ

Nazım Balayev ile birlikte Marsan köyüne 15 dakikada varmıştık. Ekrem Aliyev kardeşim bizi evde bekliyordu Toy başlamış biraz gecikmiştik eve geçmeden direk araba ile oraya gitmeyi önerdik ve altı yedi yüz metre ileride Gax, Zagatala yolunun karşı tarafında köprünün yanında bir evdi. Oraya vardığımızda güneşten ve yağmurdan korunmak için toy alanının üstüne büyük bir çadır kurulmuş altında konukların oturması için dört sıra masalar dizilmiş alanın bir köşesinde oyun oynamak için yer bırakılmış. Güzel melodiler çalan org sesi eşliğinde şiirler müzikler okuyan solistin nağmelerini dinleyen birçok kişi bizleri karşıladı ve nerdeyse herkes tek tek hoş geldiniz dedi. Ekrem Aliyev Bizleri tanıştırdı. Tanıştığımız insanların hepsi akrabaydı zira Asker Toyunu düzenleyenler Ali amcamızın Bacısı torunu olunca tüm akrabaların komşuların dostların bir araya geldiği tahmini 200 kişinin bulunduğu bir ortama dâhil olmuştuk. Bizleri bir masaya oturtarak tüm misafirlere ikram edilen etler, yemekler, mevsimin en güzel meyveleri, Alkollü alkolsüz, gazlı veya meyveli içecekler ile masada adeta kuş sütü eksik misali donatılmış bir sofraya dâhil olduk. Aksi gibi daha 3 saat önce Nail bulak lokantasında mükellef bir sofradan kalktığımız için o güzelim çeşit çeşit yemekleri yiyecek hiç yerimiz yoktu içimizde alkol alan arkadaşlarımız vardı onlar meze olarak bizlerde sofranın hatırına tadımlık birkaç lokma almıştık tadı damağımızda kaldı. Masa başında muhabbet güzeldi köyün muhtarı (Belediye başkanı) oda başka bir halaoğluydu. Pistteki uyum çok güzeldi orkestra kişileri isimleri ile anons ediyor ailenin tüm fertleri piste birlikte çıkıyor, önce dilek ve temennilerden oluşan güzel bir konuşma yapıyor ondan sonra hep birlikte oynayıp pistten ayrılıyordu. Bu işlem akrabalık yakınlık derecesine göre sıralanarak devam etmekte güzel bir şenlik olmaktaydı. Önce Aliyev ailesine sıra geldi onlar ailecek çıktılar oynayıp geldiler, bir aile daha oynadıktan sonra müzisyen arkadaş bir duyuru yaparak aramızda Türkiye’den gelen arkadaşlarımız kardeşlerimiz var onları davet ediyorum dediğinde Muammer ile beraber piste çıktık verilen bilgilere göre güzel bir konuşmanın üstüne mikrofonu bir şeyler söylememiz için bana uzatmıştı. O güne kadar birçok yerde topluluğa hitap etmiş olmama rağmen orada mikrofonu aldığımdaki heyecanı anlatamam.
Konuşmama Önce insanlara yaptıkları işin gelenek ve göreneği sürdürmenin çok güzel bir şey olduğunu takdir etmekle başladım. Askere gidecek gencimize delikanlıya hayırlısı ile sağ selim gidip gelmesini temenni ettik. Neden orda olduğumuzu Rahmetli Hacı Kazım dedenin oğlu Ali Aliyev amcanın yeğenleri olduğumuzu sizlerinde bu kişiler ile akraba olduğunuz için sizlerin de akrabaları olarak 150 yıl önce buradan göçen akrabalarınızın çocukları olarak siz değerli akrabalarımızla buluşmaya kucaklaşmaya geldik dediğimde coşkulu bir alkış almıştım. O alkış hala kulaklarımdan gitmiyordu sizler gibi böylesine güzel insanları görmekten tanımaktan çok mutlu oldum sizleri de bizim orada köyümüzde görmek isteriz diyerek sevgi ve saygılarımızı sunarak konuşmayı tamamlamıştım. Konuşma bitip mikrofonu verdiğimde bizim içinde bir müzik çalmaya başladı oynamamızı istediler sağ olsun akrabalar Aliyev ailesi yalnız bırakmayarak onlarda piste çıkınca önce çalan Azeri müziğine daha sonra hızlanan Kafkas Çerkes ezgisine oynayarak sıramızı savdık yerimize oturduk. Birkaç aile daha oynadı yarım saat kadar geçtikten sonra inek gelim saati akşamın başladığı gün batımı zamanına girdiği için aileler uzaktan gelenler birer birer dağılmaya başladı artık pistte masalarda gençlere kalmıştı gençlerin gece geç saate kadar devam edip eğleneceklerini söylediler isterseniz sizde kala bilirsiniz dedi Ekrem Bey. Yok dedik Bizi getiren Nazım Balayev de toya gelmiş yanımızda beraber oturmuştuk, eşyalarımız arabanın bagajındaydı ve Nazım beyi yolcu etmemiz gerektiği için bizde toy yerinden herkese teşekkür ederek ayrılıp Ali emminin evine geldik. Bu arada amcaoğlu Şahid Aliyev in eşi önceden evine gelmiş çay hazırlamıştı. Davet etti oraya geçelim dedik Nazım Bey gitmesi gerektiğini söyledi ona verdimiz zahmetlerden dolayı özür dileyerek sonsuz teşekkürler ederek vedalaşıp ayrıldık evine Aliabad a yolcu ettik. Şahit bey davet ederek Bizlere yan kapıdan Hacı Kazım amcanın yurt yerini değirmenini görmemizi istedi, içeri girdik çok geniş bir avlu yine aynı düzenlemeler ve müştemilatları ile güzel bir Kafkas evi idi, avlunun çok geniş olduğunu söylediğimde arkada buradan daha geniş bir bahçesinin olduğunu gösterdi değirmenin olduğu yere şimdi bir tandır yapmışlar her ekmek yaparken rahmetliyi yad ediyoruz dedi birde Hacı kazım amcanın ve değirmene gelen tüm Müslümanların üstünde namaz kıldıkları Namaz kılan (Kılınan) Daş dedikleri düz bir taşı gösterdi o zaman baş köşede bir yerdeymiş SSCB döneminde yol kenarına taşınmış sağı solu kırılarak küçülmüş üstelik Rahmetli Hacı Kazım amcanın yurt yerinin daha geniş olduğunu üç oğluna bölerek dağıttığını anlattı Ruslar zamanından önce bu avluda Camız, inek, koyun, keçi ve At sürülerinin ayrı ayrı olduğunu ve Bolşeviklik geldiğinde vermek istemediğini ama ya canın ya malın dedikleri için mecburiyeti anladığında kendi eliyle değirmen dahil hepsini teslim ettiğini, ondan sonra yaşanan sıkıntıları Şahid bey Babasından ve amcasından çok dinlediğini anlattı. Evi Gezmeyi bitirdik, Çay hazır dedikleri için gelip hayatın altındaki masaya oturup çayımızı yudumlamaya başladık. Sohbetler daha koyulaşmıştı orada fark ettiğim bir şey vardı telefon saati oranın saatine göreydi ben kendi saatimin ayarını hiç değiştirmemiştim. Arada 2 saatlik zaman farkı vardı ama bizden 2 saat ilerde olmasına rağmen bizim oradaki gün batımına göre daha geç batmakta ve daha erken doğmaktaydı ekvatordan uzaklığı paralel ve meridyenlerin farklılığını bariz bir şekilde görmekteydik yani daha ileri gidebilsek bu fark çok fazla fark edilebilecekti.
Şahit beyin evinde geç saate kadar oturmuştuk tekrar yemek hazırlamak istediler hiç kimse acıkmadığı için sofra hazırlatmadık. Zira yarın Bakü ye yolculuk vardı vedalaşma zamanıydı ne kadar muhabbet edersek okadar anı biriktirirdik o bilinçle sürekli onlar bize biz onlara sorular soruyoruz cevaplar alıyorduk. Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorduk bu arada toy alanında yarın Bakü ye nasıl gidebiliriz diye sorduk. Şahid Bey Bakü’de Çalışan hanımının yeğenleri olduğunu onlar bu hafta sonu için gelmişlerdi mutlaka geri gidecekler durun onları bir arayayım araç müsait ise sizi onlar ile gönderirim dedi. En son ne zaman hava alanında olmanız gerekir sorusunu sordu zamanı söyledik uygun olduklarını sabah saat 9-10 arası çıkarsak rahatlıkla yetişebileceğimizi söylediler anlaştık size güveniyoruz başka araç aramıyoruz diyerek sözü bağladık. Ekrem Aliyev Ali Amcanın bizleri çağırdığını söyleyince eve gitmek için kalktık. Şahit Bey ve ailesine sizinle vedalaşmıyoruz sabah yeğeniniz gelene kadar sizi rahatsız ederiz o zamanda vedalaşırız diyerek yan taraftaki eve geçtik. Ali Amca bizim aç olduğumuzu düşünmüş oda yemek yememizi istedi tok olduğumuzu söyleyip zorla ikna ettik. Kendi fındıklarından meyvelerinden oluşan bir kokteyl ve çay faslının yapılmasını istedi ona mani olamadık sohbet ortamında yemek dediysek de gece yarısını geçmiş saat 01 gelmekteydi. Ev sahibi yarın yolcusunuz hadi istirahat edin yatağınız hazır diyerek bize odamızı yataklarımızı gösterdi ve köy ortamında güzel bir uyku uyumuştuk. Geç yatmamıza rağmen heyecandan olsa gerek erkenden kalktık ev sahibimiz Amelya yenge kaç saat önce kalkmış ki sütü sağmış pişirmiş çayı ve sofrayı hazırlamış üstünü kapatmış bizim kalkmamızı bekliyorlarmış.
Tüm aile çocuklar dâhil toplandık hep birlikte kahvaltı masasına oturduk. Sıcak tandır ekmeği kendi bahçelerindeki kovandan sağdıkları bal, reçel marmelatlar peynir tereyağı süt ile mükellef bir kahvaltı yaptık. Karnımız doymuştu üstüne keyif çayı içerken bizleri uğurlamaya Şahid Bey ve ailesi de geldiler. Beklediğimiz araba gelene kadar 45 dakikalık bir süre daha oturduk saat 9,30 civarı bizi götürecek olan arkadaşlar Mercedes maşınla geldiler. İki kişi lerdi bizde 3 kişi idik, Yakıt ucuz olunca, Gemi gibi 2500 cc Motor otomatik vites araçla rahat bir şekilde gideriz dedik. Eşyalarımızı bagaja koyduk oradaki tüm akrabalarla herkesle vedalaştık yola çıktık.
Ali Amca her sabah köyün inekleri çobana katılırken Kaçıp caminin içerisine girmesin diye veya namaz kılmak isteyen olursa kapıyı açmak için sürekli cami önünde beklemekteydi. Onunla orada vedalaşmak için köy camisine geldik kapının ağzında doğal gaz borusu üstüne kendi yaptığı bir tür Bankta oturmaktaydı araçtan inip elini öptük hayır duasını aldık sarılıp kucaklaşıp helalleşerek vedalaştık ayrıldık yola çıktık. Bu kez geldiğimiz yol Şeki, İsmailli, Şamaki yol güzergâhından dönmüyorduk. Farklı bir güzergâhtan Gence, Bakü yolu üzeri yeni yapılmakta olan Otoban yoldan gidiyorduk geçtiğimiz yol güzergâhı birbirinden güzel yerlerden geçerek ilerliyordu Orman, yeşillik ve baraj göletleri bittikten sonra yine bozkırdı, Konya ovası gibi düz bir ovadan aşarak Bakü ye 5 saatte girmiştik uçağın kalkma saatine 2 saat vardı bizi getiren arkadaşlar isterseniz Bakü’yü gezdirelim güzel yerleri var dediler. Hep birlikte ama kardeşim ne olur ne olmaz bizi hava alanına bırak sende işine gücüne bak diyerek direk hava alanına götürmesini istedik. Aslında biraz fazla zamanımız olsa Nezir Memmedov kardeşimin daveti ile Bakü de onu görmek istiyordum ne yazık ki hava alanında işlerin uzun sürdüğünü bildiğimizden o düşünceden de vazgeçmiştik. Sağ olsun arkadaşlar bizleri zahmet ederek getirmişlerdi yakıt masraflarına katkı aşamasında bir helallik aldık. Bizi dış hatlar kapısına kadar getirip aynı zamanda bizleri merak eden Ekrem ve Şahid Aliyev Kardeşlerimize emanetinizi ulaştırdık diye haber vererek onlarında haberdar ettiler ve onlarla da son vedalaşmayı da yaparak dış hatlar terminaline giriş yaptık.
Elveda Azerbaycan diyerek bu güzel ülkeden çok güzel insanlarla tanışarak samimi dostluklar kurduk, unutulmayacak anılar biriktirerek ve en önemlisi sormak, öğrenmek, görmek istediğimiz aklımızdaki acabalara cevap bulmuştuk. Bu gezide benimle beraber olan arkadaşlarıma ve bize kendi insanlıklarını sevgi ve misafir perverliklerini gösteren tüm dostlarıma sonsuz teşekkür ederim. Sizleri her zaman her yerde görmek isterim sevgiler, saygılar ve hürmetlerimi sunarım.

İBRAHİM KAYA – Dağıstan Köyü – CEYHAN / ADANA. 

Hiç yorum yok: