BİR NOGAY ÇAYININ BAŞLATTIĞI VE ÖĞRETTİĞİ HİKAYENİN ÖYKÜSÜ
Günümüzde insanlara bazı kelimeler söylendiği anda birçok şey hatırlatmakta, ve ortak noktaları bulmaya sebep olmaktadır. Nitekim bunlardan birini ben yaşadım, misafir olduğum bir evde pişen Nogay çayı sofrasında ekmek doğrayıp tabakta kaşıkla içerken, diğerleri bardakta yudumla içmeyi tercih etmekteyken, konu üzerine sohbetler başladı. Bu mübarek Nogay çayını bilenler bilmeyenler sevenler, sevmeyenler konusunda herkes bir şeyler anlatarak anılarını tazelemekteydi. Kimi başka milletten gelininin oda yemekmi yenilirmi diyen eleştirisini söylüyor kimide bir tencere Nogay çayı için 5 kilo et ile değiştiğini alıp içtiğinden bahsediyordu, sofrada bana sıra gediğinde bende 1981 yılında askerde seyrettiğimiz bir filimde, Cüneyt Arkının içtiği Nogay çayına imrenerek, asker ocağında Ceyhan dan Şam tatlı ustası Mahmut Türkün Oğlu, Çeçen asıllı arkadaşım Murat Türk ile Nogay çay yaptığımızın hikayesini anlattım. Hikayeyi o gün kabaca anlatıp geçmiştim ama bu gün tüm detayı ile anlatmak istiyorum. Biz Nogaycayı yapmaya karar verdik, yapacağız ama nerde neyle yapacağız enaz bir hafta araştırmasını yaptık, malzeme nasıl temin edilir, nerde pişirilir, kaynatacak kazanı kabı nerden buluruz, derken Nogay çayının adını duyan ve yanımıza gelen, Kars Iğdır’dan Şentür Çuhalı diye Azeri asıllı bir arkadaş daha bulduk sonunda yaptığımız bir plan doğrultusunda Pazar günü pişirmeye karar verdik, Cumartesi Kırklareli Pınarhisar kazasında günlük çarşı iznine çıktığımda yürüyerek çarşıya gitmeye başladım, askeriye ile çarsı arasındaki yol üzerinde inekleri olan ev sahibi ile konuştum, süt satmadığını fakat benim anlattığım şeylerden etkilenmiş olmalı ki, sütünün bu gün olmadığını fakat yarın olacağını söyledi, ev sahibine almak istememsine rağmen 3 kilo süt parası verdim, teyzeye yarın başka bir arkadaşın çarşı izininden dönerken saat 15.00 veya 16.00 arasında gelip alacağını, almazlarsa canın sağ olsun helal olsun içebilirsin dediğimde, aman yavrum bana asker hakkımı yedireceksin, kimse gelmezse ben akşam üstü kendim getirir gene veririm, deyince işi sağlama almanın sevinci ile çarşıdan bir fişek karabiber kırmızı biber birazda tuz aldım, çarşı izini bitti birliğe döndüm, arkadaşlar ile bir haftadır yaptığımız konuşmalar sanki şaka gibiydi, ama bugün ise işin gerçekleşmesi için bir engel kalmamıştı.
Pazar günü arkadaşımız Şentürk Çuhalı Çarşıya çıktı, saat 16,00 ya kadar zamanı olmasına rağmen 14,30 da birliğe döndü, iyilik eden arkadaşımıza bu kez biz kızdık niye erken döndün süt kadının dolabında ne güzel duruyordu, burada bozulursa ne olacak şimdi diye arkadaşımıza teşekkür edeceğimize birde hesap sorduk. Pazar akşam içtiması oldu yemek dağıtmaya yaklaşık 40 dakikalık bir zaman varken biz Nogay çayı yemeğimizi bölüğün çaycısı olarak görev yapan Murat Türk Kardeşimizin sayesinde çay ocağındaki ocakta pişirmeye başladık.
Yemek hane asker dolu süt pişmeye başladı, Yörük asıllı olanlar hemen kokuyu alarak bizde isteriz diyince bunun süt olmadığını, Nogay çayı pişirdiğimiz söylediğimiz halde, olsun yeriz dediler. Korkumuzdan bu yetmez çayını suyunu azdaha fazla koy biraz çoğalsın dedik, ama süt kabını teyze vermişti, ancak 4,5 kilo alabilecek kapasitede oda taşma payını Murat hatırlatınca, 4 kilo olacak kadar ayarlandı pişmeye başladı mübareğin baharatları atılınca, yemek haneyi bir güzel koku sardı ki herkes ne pişiyor diye gelip sormaktaydı, sevdiğimiz nazı geçen kişileri masamıza buyur birlikte yiyelim diye davet etmiştik. Kalabalık çoğalınca önce can diyerek biz tabaklarımıza ekmek doğrayarak üstüne Nogay çayımızı döktük, birer su bardağı doldurduktan sonra kalanını masaya ortaya koyduk. İkram ettiklerimizden hemen hepsi ney yapmışsınız güzelim süte tuz atıp ariye vermişsiniz dediler, bir kısmı bir yudum aldı hiç içmedi tükürmek için lavaboya gittiler, diğerleri burun kirinde olsa bardaklarındaki Nogay çayını içtiler, bu arada bölüğün normal karavana yemeği dağıtılmakta olduğundan, çok şükür aç kalan olmamıştı, fakat biz onlara ayıracağız diye tabaklarımıza az aldığımızdan biraz Nogay çayımız daha vardı, aynı koku karşı karargah bölüğüne geçmiş olacak ki, içeriye girerek burada Nogay çayı pişmiş diyen arkadaşı tanımamamıza rağmen soframıza buyur ettik, herkes karavanadan biz Nogay çay dan yiyerek 4 arkadaş o gün bayram ettik.
Nogay çayın adı ile sadece merhaba dediğim, Karslı Şentürk Çuhalı ile çok samimi bir arkadaşlığım oldu, Nogay çayın kokusunu duyarak soframıza gelen arkadaşla, yemek sonunda tanıştık, adı Mehmet Ağalı karargâh bölüğündendi, Kafkas asılı olduğu simasından belliydi, memleketinin Adapazarı Hendekten ve gürcü asıllı biri olduğunu söyledi. Nogay çayı üzerine eksiklerin kritikleri yapıldı, üzerine tereyağı koymak lazımdı, yanında şu olsa bu olsa daha iyi olur gibi muhabbet devam ederken. Murat Türk neyden şikâyet ediyorsunuz arkadaşlar, vardıda koymadık mı beğenmeyen yemeseydi diyince anladık ki, kardeş eline koluna sağlık eksiği ile gediği ile güzel olmuş gözümüz açıldı geçmişine rahmet diyerek sohbeti yemekhane temizleneceği için bırakarak masadan kalktığımızı anlatan bir anımı anlatmıştım
***************************************************************
.
NOGAYÇAY ARAŞTIRMACI OLMAYI ÖĞRETMİŞTİ.
Nogay çayı sayesinde tanıştığım Mehmet ile sonraki zamanlarda samimiyeti ilerletmek için bir gün beraber otururken, ailesi evden askeriyenin telefon santralini aramış, Mehmet ile görüşmek istediklerin yarım saat sonra tekrar arayacaklarını belirterek çağırılmasını istemişler, gelen haber üzerine santral odasına beraber gitmiştik, biraz bekledikten sonra telefon geldi. Mehmet konuşmaya başladı hal hatırdan sonra kanal değişti Mehmet anadili ile konuşmasına devam etti telefonu kapattığında konuşmasında birkaç kelimeyi anlamıştım, santralden ayrılırken halanlamı konuştun dediğimde çok şaşırdı. Sen bizim dilden biliyorsun dedi?
Bende köyde genel konuşulan 40-50 kelimeyi bildiğimi ama o kelimeler dışında konuşmaları ne anlarım nede konuşabilirim dedim, Mehmet sen Dağıstanlıyım demiştin bizim dili nerden biliyorsun, bu dili bildiğine göre sen Gürcüsün hele biraz konuşalım dedik, sohbetimiz farklı bir boyut aldı.
Konu üzerine biraz daha detaylı bilgilere girmek gerekirse, Mehmet çekirdek aile ortamında aile dağılmadan, dede, nene, amcalar ile bir arada büyüdüğünü ve ailede büyükler anadil konuştuğu için kolaylıkla öğrendiğini, onların anlattığı anıları sürekli dinlediğinden kendi kültürü konusunda daha bilgili olduğunu gördüm. Arkadaşımın sorduğu sorulara cevap bulamıyordum, cevap bulamadığımda, bende köye mektup yazıyor bu konuda yaşı ve güçlü hafızasından dolayı çok bilgili olan Nazmiye Halamdan sorulmasını istiyordum.
Bu arada bende Mehmet’le yaptığımı sohbetlerden etkilenmiş olmalıyım ki, Mehmet’ten Gürcü dilini öğrenmeye çalışıyordum. Mektuplar gidiyor ama cevabı yaklaşık bir ay sonra geliyordu, arkadaşımın cevaplayamadığı sorular oldu, oda benim gibi cevaplanmasını isteyen mektup yazdı. Bayağı bir mektuplaşma olmuştu, bu yazışmalardan öyle bir muhabbet doğmuştu ki, benim izine ayrıldığımda mutlaka Adanaya direk geçmememi, Adapazarı Hendeğe yanlarına uğramamı istemişlerdi, yani sıcak doğal bir samimiyet oluşmuştu. İzine giderken bayram arifesi olması sebebi ile araç bulunmadığı, ve hasrete dayanamadığımız için hiçbir yere uğramadan direk memlekete geldim. Arkadaşımın ailesine uğrayamadığım için tanıma şansım olmadı.
İzin bitiminde arkadaşımın sorduğu konular üzerinde köyden biraz daha bilgi öğrendim, bu bilgiler ile biraz daha sohbeti ilerlettik, yazdıklarımızdan konuştuklarımızdan ailelerde etkilenmiş olmalı ki Mehmet’e gelen bir mektupta 90 lı yaşlarda olan nenesi, oda bende hep nene dediğimiz için adını söylediyse de şuan hatırlamadığım nenemiz, bizim köydekilerin memleketten geldiği köy yâda bölgelerin isimlerini sormasını istemişti, bende izinde aldığım notlarda var olan bilgilerden Singlo Bölgesindeki, Kalalı, Musoli,. Kandaki, Marsani ve Eleseni (Alisani) Köylerinden göç ettikleri bilgisini yazdım.
TARİH DERSİ VEREN MEKTUP
Mehmet’e gelen bir sonraki gelen mektup hem beni hemde Mehmet’i çok şaşırmıştı çünkü bu güne kadar gelen mektuplar tek sayfa ve bizim sorduğumuz sorulara bir iki satır yer vermekte iken bu kez bayağı geniş tutularak adeta bu mektupta bir tarih dersi verilmekte idi.
Mehmet’in Nenesi saydığım köy isimlerinden çağrışım yaparak hatırladığı, annesinin gençlik ve göç anılarında anlattığı bilgilerden yaşanmış bir hikâyenin aklında kaldığı kadarını anlatmış, Mehmet’in kardeşi de kaleme almıştı mektubun bizi ilgilendiren bölümlerini Mehmet okuyor bende merakla dinliyordum
Konu bu güne kadar mektuplarda yazdığımızdan çok farklı ve bizim sorduklarımızla hiç ilgisi yoktu küçük bir tarih dersiydi, Gürcistan toraklarından göç ederek Osmanlı topraklarına girdikleri anda kafilelerini soyguna karşı koruması için beş askerin korumasında Osmanlının oluşturduğu göçmenlerin toplandığı merkez olarak Tokat ile Sivas arasındaki bir yere getirildiklerini. Geldikleri yerde kendilerden önce ve sonra gelen farklı milletlerden birçok Kafkas göçmeni ile kalabalık bir yerleşim yeri oluşturulmuş bir toplanma merkezine geldiklerini, asıl yerleşecekleri yeri bulana kadar geçi olarak burada kaldıklarını. Kafilenin Öncüleri Osmanlının yerleşmek için önerdiği bölgelere gönderilerek yer beğenmeleri istendiğini, geri dönen öncülerin tarifine göre yerleşilecek yere karar verilmesi sağlandığını anlatmaktaydı.
Bu süreç içerisinde âmâsız bir salgın hastalığın “kolera” nın başlaması üzerine kampta kaldıkları sürenin salgın hastalık bitene kadar uzatıldığını.
Bu bekleme esnasında nenemizin teyzesi ve kocasının da bu hastalığa yakalandığı teyzesinin kurtulduğunu fakat kocasının öldüğünü, biraz zaman geçtikten sonra o günkü geleneklere göre dul kadının fazla bekletilmeden, başkası ile yeniden evlendirilmesi gerektiğinden, birlikte geldikleri kendi kafilelerindeki kişiler teyzesinin geçirdiği bulaşıcı hastalıktan dolayı kimse evlenmek istememiş.
Aynı kamptan bizim köylere yakın, komşu köylerden ve bizim ile aynı dilde konuşan onun da karısı aynı hastalıktan ölen, Kandaki köyünden bizimkilerin
< KALPAKLI > milletinden dediği Hamat veya (Hamit) adında bir adama kız kardeşini verdiklerini anlatırmış. Teyzesinin bu kişi ile evlendikten sonra Çukur ovaya gittiğini, tekrar görüşecekleri günün özlemini çekerken, bir zaman sonra kardeşini göremeden öldü haberini aldıkları için, annesinin bunu hatırlatacak hangi konu geçse sürekli söyleyip ağladığına, defalarca anlattığına şahit olduğunu yazmıştı. Benim o sülaleden olup olmadığımı yâda bu kişilerden tanıdığım olup olmadığını sorarak mektubu sonlandırmıştı.
Mektubu tekrar okuduk ve Mehmet’le konuşmaya başladık, konuşma bittikten sonra birlikte mektup yazmaya çalıştık, ben mektupta Mehmet’in Nenesine Mamadulyan kabilesinden olduğumu ama kandaklı kabilesinden olan Nalbant Ahmet Ateşin kirvem olduğunu ama anlattığı konuyla ilgili bir duyumum olmadığını, ilk mektupta köyden soracağımı söyledim yazdı. Birde mektupta geçen papaklı kalpaklı milletinin ne olduğunu niye o kelimeyi kullandığını sordum, Mehmet selam kelamdan sonra birde ikimizin resmini ekleyerek mektubu tamamladı gönderdi.
Bende bu bilgileri bizim köye yolladım, Osmaniye’den gelen Hatice halamların sayesinde tüm aile büyüklerinin bizde toplanmış geleneksel yemeğimiz cücülü hingal’in yendiği ve üstüne tam çay sefası yapılırken mektubun ellerine geçtiğini yazmışlardı. Er Mektubu okunduğunda herkesi bir hüzün alır ama Adapazarındaki ninenin anısının daha çok etkilediği ve herkese bir şeyler hatırlattığı için bunun üzerine uzun bir sohbet başladığını herkesin neneden, dededen, köyün yaşlılarından duydukları ile anlatılanların aynı olduğu konuşulmuş ve banada ilk mektupta gönderilmişti.
Mektupta bizim dedelerimizinde aynı güzergâhtan geldiği tarif edilen yerin Tokat Niksar’da bulunan bu günkü anlamıyla toplanma kampında yaklaşık bir yıldan fazla bir süre kaldıkları kolera salgınında dedem İbrahim 9 yaşında iken annesi Tanrıverdi kızı Şirin’i kampta doğan kardeşi Abdullah oğlu İsmail ve babası İsmail oğlu Abdullah’ı kaybettiklerini. Küçük kız kardeşi Suna ile amcası Kurban’ın yanında büyüdüklerinin hikâyesini anlatmışlardı.
Kısaca Mehmet’in ninesinin anlattığının doğru olduğu, fakat teyzesinin evli olduğu Hamit’i tanımadıklarını yazmışlar. Fakat aynı sülalede Ahmet kirvemi kardeşi Hamit isminde biri olduğu buda bizim halamız Hatice ile evlendiğini. 1930 lu yıllarda henüz yeni evli ve hamile olduğu doğuma yakın bir zamanda, serin olsun diye sekiz on metrelik yüksek yaptıkları çardak kırıldığı için genç yaşta karı koca çardaktan düşerek ölmüştür. Bu Kişinin yaşı tutmadığı için adı geçen kişi olmadığını, sorduğu kişinin akıbetinin ne olduğunu bilmediklerini yazmışlardı.
PAPAKLI KALPAKLI NE DEMEK ve NEDEN DENİLMİŞ
Gelen mektuplardan sonra biz Mehmet’le sanki bir akraba havasına girmiştik Mehmet’e gelen son mektupta Ninesi benim sorduğum PAPAKLI - KALPAKLI kelimesini niye kullandığına cevaben oğlum bende bilmiyorum görmedim sadece annem mübarek günlerde kuran okur dua eder hem ağlar hem anlatırdı aklımda ne kaldıysa onu anlattım kardeşin de onu yazıyor.
Nenemiz Torunu Mehmet’e annem birde kendilerine komşu olan bir Yörük köyü nümü yoksa orda bulunan birkaç Tatar aileyi mi kastederek, bu millete benzeyen bir papaklıydı bize benzemiyorlardı dediğini hatırlıyorum demişti. Mehmet’e sende bir arkadaşına bak birde çevrenizde bulunan Lazlar vardır birde onlara bak, Gürcüler ile Lazlar birbirine çok benzer surat yapısı, burunları, ten rengi gibi özellikleri vardır. Arkadaşına bir bak bakalım benin anlatığıma benziyor mu, bide kendisine sor köyündeki insanların burada gördüğü insanlar ile kıyaslamasını yapsın Gürcü, Laz simasını mı yoksa tarif ettiğim köydeki Yörük yâda Asyalılara mı benzeyip benzemediğinin mukayesesini yapmasını PAPAKLI – KALPAKLI kelimesinin boşa kullanmadıklarını kendiniz göreceksiniz diye yazarak mektubu sonlandırmışlardı.
************************************************************************
SİMA VE BENZERLİK TESTİ
Mektuptan sonra Mehmet’le nenesinin dediği sözler aklımızı karıştırdı, acaba haklımıydı ne kaybederiz dedik ve iş edindik, bir akşam içtimasında içtima alanında henüz komutanlar gelmediği bir zamanda, arka tarafa geçerek diğer bölüklerden tanıdığımız farklı tertiplerde 3 gürcü daha bulduk. Benin veya Mehmet’in samimi oldu 6 kara denizli Laz ile 11 kişi yan yana durduk. Birkaç arkadaşa önceden bahsettiğimiz için bizlere bakarak kıyaslamasını istedik, hatta sırayla çıkıp kendimizde baktık, gerçekten Lazlarla Gürcüleri pek ayıramadılar ama, sen aralarından çık bu gurubu bozuyorsun dediler, doğruydu Lazlar ve gürcüler aynı ırktan magrel ırkından geldikleri için benzerlik doğaldı, ninenin mektubunda yazdığı konuyu test edip onaylamıştık.
Bunun üzerine bende köydeki yaşlı ve gençlerin simasını gözümün önünden geçirdim gerçekten o sırada bulunan 10 kişi ile köyün hiçbir ferdi arasında benzerlik kuramamıştım.
Mehmet’le olan muhabbetimiz farklı bir konum almaya başladı önceleri beni bildiğim birkaç kelime Gürcüceden dolayı Gürcü olarak bildiğini ama benim bir kalpaklı çıktığımı yarı şaka yarı ciddi söylemeye başladı bende kendisine valla ben sana bir günden bir güne ben gürcüyüm demedim. Dağıstanlı olduğumu söyledim o gün başka bu gün başka konuşmuyorum, öyle yapsam haklısın ama beni mektupla da olsa tanıştırdığın, sonsuz saygı ve hürmetle ellerinden öptüğüm nine ve aile büyüklerine olan sevgim den hiç bir şey eksilmez. Belki senin belki benim beklentimiz boşa çıktı ama sonunda bir gerçek ortaya çıktı diyerek kendisine teşekkürlerimi sundum.
TESKEREDEN SONRA YAPTIĞIM ARAŞTIRMA VE ANILARLA AKTARILANLAR
Arkadaşlığımız yine devam etti ben ondan 4 ay önce teskere aldım köyüme döndüğümde bendeki merak daha fazla artmıştı ilk etap da kirvem olan Ahmet Ateş ile bir sohbete oturduk, ben bildiklerimi anlattım sıra kirveme geldi. Çocukken o kadar sert bildiğimiz simasından korktuğumuz bu adam öyle bir duygusallaştı ki anlatırken gözleri doldu. Mehmet’in ninesinin anlattıklarını doğruladı, üstelik anılarını tazeleyerek anlatmaya başladı, benim bir kardeşim vardı adı Hamit’ti sizin halanızla evliydi genç yaşta onları kaybettik, o cenaze için toplanıldığında deden İbrahim emmi ve köyün memlekette doğmuş büyükleri vardı, kardeşim Hamit için boyu, posu, huyu her şeyi rahmetli emmisine benziyordu, Allah vere kaderi benzemese dedik ama kaderide benzedi, bu da onun gibi genç yaşta öldü dedikten sonra, senin anlattığın hikayeyi o gün taziye için orda bulunan kalabalık önünde anlattılar. Hamit diye bir amcamızın olduğunu göçte karısının öldüğünü ve Tokat Niksar’da kafile salgın hastalıktan dolayı beklerken bir Gürcü kızıyla evlendiğini, hastalık geçirdikleri için çocukları olmadığını buraya Çukurova’ya geldikten bir süre sonra her iki sininde sıtmadan öldüklerini anlattılar bende herkes gibi orda detayını öğrendim dedi.
Papaklı – kalpaklı sözü için kendisininde bizzat şahit olduğu Atatürk şapka devrimine kadar köyde herkesin televizyonda Çerkez oyunu oynayan folklor ekiplerinin başındaki gibi kalpağı bulunduğunu, hatta eskilerin çocuklarına papağını giy diye uyardıklarını hatırladı ve benimde vardı ama şapka devrimi ile yasaklanınca giyemedik sonra ne oldu bilmiyorum demişti.
CAMİ AVLUSUNDA ANLATILAN ANILARDAKİ TARİHİMİZ
Ahmet Kirvemle yaptığım bu konuşmadan birkaç gün sonraki, Cuma Namazı selası okununca herkes gibi namaz kılmak üzere köyümüz camisine gittim. Cami avlusuna daha önce gelmiş fakat imam henüz gelip vaaz vermeye başlamadığı için, camii avlusunda bulunan banklarda oturmakta olan. Köyümüz büyükleri Osman Yılmaz, Nuh Kala, Ahmet Ataş, Yusuf Dalkavriyan, Aptullah Dalkavriyan, Zabit Pür, Kazım Polat, Ahmet Gülcan, Danyal Tanyol, Şamil Önal, Mustafa Kartal ve diğer köyümüz büyüklerinin elini öptüm kendilerde bana askerden döndüğüm için hayır dileklerini sundular. Namaza yaklaşık 30 -40 dakikalık bir zaman vardı.
Ahmedi Kirvem Benim kendisine en az yarım saate anlattığım konuyu nerdeyse on onbeş kelimde Yavhu biza oğlu bizim emmilerden Hamit varmışya, onun sıtmadan ölen avradı gürcü kızı diye anlatırlardı ya hani, o Gürcü kızının akrabalarını bulmuş askerde diye kısaca anlatı verdi orda bulunanların çoğu da hemen konuyu hatırladı. Ben şaşırınca Yusuf emmi çocuk eskiden cereyan televizyon yoktu kahvede veya evlere gezmeye gidilir bu tür sohbetler çok yapılırdı ondan biliyoruz dedi.
Orda bulunan farklı milletteki insanlar “Gürcüler” bizim millet için Papaklı – Kalpaklı diye bahsettikleri, onların kızına da bizimkilerin gürcü kızı dediklerini, birde Toprak kaledeki Hüseyin çavuş diye birinden bahsederek onların babasına gürcü kızını oğlu derlerdi dedi, tarihte söylenen bu sözler ile Gürcülerden bizim ayrı olduğumuzu fakat papaklının ne demek olduğunun cevabını veremedim dedi. Şamil Önal emmi doğru eskiden hicaza gitmek üzere köye gelen Kafkasyalılar bizleri papaklı köyü olarak sorduklarını Dağıstanlı olarak sizleri bulduk diye birçok kişinin geldiğini. Birde muhtarlığımda öğrendim, papaklı kelimesinin Dağıstan’da bir bölgede yaşayan ve başındaki giydiği ortak şapkadan dolayı orda yaşayan birkaç millete birden verilen ortak ad olduğunu o günkü Ceyhan kaymakamı söylemişti dedi. Nuh Kala biz papak değiliz papak olsak Değirmendere ve Kesik keli köyündekiler gibi bizede papaklı derlerdi niye demiyorlar dediğinde, Yusuf emmi doğru söylüyorsun biz aynı milletten değiliz ama, nasıl burada biz doğuluların tamamına zazada olsa Arap ta olsa Kürt diyorsak onlarda bize öyle diyorlarmış, geldiğimiz köyler Dağıstan sınırından yaklaşık 20 km dışarıda Gürcistan sınırı içerisinde olması ve köylerimizde yaşayan gürcülerin olması sebebi ile ihtiyaçtan dolayı gürcüce konuşulmuş, gürcü dilinde kalpağa papak denilmiş, bu kelimeyi milletle karıştırmayın, birde Dağıstan dili yerine Gürcüce konuştuğumuz için onlarla pek anlaşamamışız Dedi. Osman YILMAZ emmi babası Mahmut Yılmazın, Cebrail hoca ve köydeki diğer büyüklerin gürcü dili olmadığını iyi bildiğim başka bir dilde, Dağıstan dilinde çok güzel konuştuğunu söyledi. Danyal emmi ve bazıları heyavhu hatırlıyorum çocukken bizimkilerde anlamamızı istemedikleri yerde çok az bile olsa farklı dilde konuşurlardı diyerek Osman emmiyi doğruladılar.
Kazım Polat emmi Akrabası olan ve köyün çocuklarına yıllarca okuma yazma ve kuran öğreten Cebrail Hocadan köyün tüm gençleri gibi ders aldığını memleketten gelenlerin çoğunun, Türkçe, Arapça ve Gürcüce okuma yazması olduğunu bunun sayesinde çoğunun tren istasyonlarında ve diğer yerlerde memur olduklarını hatırlattı. Şamil emmi demek ki eğitim Gürcüce verildiği için Anadil Dağıstan dili değilde, bu gün bizim çocukların tüm dilleri unutup Türkçe konuştukları gibi, orada da bölgenin ortak dili olan Gürcüce konuşulmuştur, çoğunluğun ana dil bilmemesi ondan dolayı olabilir denildi. Namaz saati yaklaştıkça cemaat daha fazlalaşıyor konuyu kavrayanlar sırayla duyduklarını bildikleri anlatmaktaydılar. İmam heyecanlı konuşan kalabalığı uzaktan görerek geldi ne konuşulduğunu bilmediği için hadi bu kadar dedikodu yaptığınız yeter camiye buyurun dediğinde bizde sohbeti bırakıp camiye girdik ve namazımızı kılıp çıktık.
ANILARLADA HİKAYE ŞEKLİNDE ANLATILAN TARİHİMİZ
Öğle sonu kahveye giderken Camide açılan konu kapanmamış olduğunu Sabahattin Yılmaz amcamın bakkal dükkânının önünden geçerken pek kalabalık olmasa da dört beş kişinin konuştuklarını duyunca bende yanlarına gittim, konuşma önceden başladığı için kaçırdığım yerler olduğunu fark ettim, ama saygıda kusur olmasın diye ses çıkarmadan dinliyordum. Osman Yılmaz emmi anlattığı konular ile orda bulunan Ahmet ateş, Danyal Tanyol, Kazım Polat’a onlarında tanıdığı kişileri emsal veya örnek göstererek, kendi gençliklerinde memlekette doğup bizim kültürü alarak buraya gelmiş olan geçliklerinde 60 lı 70 li yaşlardaki köyün büyüklerinin anlattığı bazı anılardan örnekler veriyorlardı. O kişilerden bazılarının buraya gelmeden önce Türkçe bildiklerinden bahsediyordu ve ayrıca, Kendilerine ders veren Cebrail Hocanın bir gün ders anlatırken develerin çan sesinin öğrencilerin dikkatini dağıttığı esnada çağrışım yapan bir anı anlattığı anlatıyordu.
Aydınlı aşireti Yörüklerin develerle yaylaya gidip dönüşlerinden birini görmüş iç çekerek anlatmaya başlamış.
Bizde memlekette bunlar gibi Dağıstan topraklarındaki dağlardaki yaylaya çıkardık, memleketimizde iş bölümü yapılır, kabilenin yarısı aşağıda kışlık yurtta Gürcistan topraklarında kalır, diğer yarısı Dağıstan dağlarına yukarıya yaylaya çıkardık, ama herkes yukarıya yaylaya gitmeyi isterdi. Bahar geldiğinde köydeki, kabiledeki tüm hayvanlar toplanır, yukarda Dağıstan da bizim köye ait olduğu herkes tarafından bilinen yaylalarımıza giderdik, yayladakiler malları korumak ve sütü değerlendirerek peynir çökelek vesaire kışlık erzaklar hazırlarlardı, köyde kalanlar tarla ve bahçelerdeki mahsullerle ilgilenirdi. Onlarda yazın sıcak günlerinde zaman ayırarak yaylaya gelirlerdi yaz bittiğinde işte bizde bunlar gibi aşağıya inerdik, dediğini asıl yurtlarını yukarda dağlarda olduğu, çitçilik yapmak için aşağılara Gürcistan topraklarına sonradan indiklerini anlatmıştı dedi. Ahmet emmi ve Danyal emininde aynı hocadan ders aldıkları için bu anıyı hatırlamasına sebep olmuş hatta Kazım emmi Selahattin Polat’ın hocam bizimde develerimiz varmıydı diye sorduğunu hatırlamışlardı.
Sonuçta bu anlatılan hatıra ve öykülerden, kısaca şunu anlamıştım bu gün nasıl çevremizdeki köylerin bir kısmı Cerit bir kısmı Yörük, Çerkez ve Türkmen ise bunların hepsi yabancı bir yere gittiğinde kendisine Ceyhanlı, Adanalı ve Türkiyeli deniliyorsa
Gürcistan topraklarında da aynı durumun olduğu çevrede çoğunluğu Gürcü olmak üzere, Dağıstanlı, Çeçen, Tatar, İranlı ve Azeri asıllı köylerin olduğunu bu köylerin içerisinde az veya çok gürcü kırallığının yerleştirdiği Gürcü halkına mensup aileler olduğunu bilinmekteydi. Birçok milletin anlaşması için Gerekli olan ortak dil Gürcüce kullanılmış, öğretmek için okullar açılmış bizim toplumumuzda aydın olduğu için bizim büyüklerimizin de bu okullara gittiği ve gürcü dili konuştuğunu söylediler, orda bulunan hiçbir kişinin biz gürcüyüz dediğini duymadım. Benin biz Gürcümüyüz soruma; Özellikle Osman Yılmaz emminin oğlum biz gürcü değiliz, Dağıtanlıyız köyümüzün adı olarak o günkü Osmanlı paşası olan bizi buraya yerleştiren Naşit paşanın ismini vermişler. Köyün resmi adı Naşidiye olmasına rağmen kurulduğu günden berli Osmaniye Ceyhan Adana dâhil her yerde, herkes bizi Dağıstanlılar olarak bildi, Dağıstan köyü niye dediklerini bir düşünün dediği hala kulağımda çınlıyor.
Konuyla ilgili daha faydalı olabileceğini düşünerek köyün yaşlı kadınlarından bilgi almam gerektiğini düşündüğüm için, halam Nazmiye Kartal, Mediha Kurt, Hayriye Arıkan, Hasibe Kala, Margube Polat ile konuşma fırsatım oldu. Onlarda daha çok anılar vardı, ana kız ilişkisi baba oğuldan daha samimi olduğunu erkeklere göre daha çok birlikte zaman geçirdikleri için annelerinin veya aile büyüğü olan ninelerinin anlattığı birçok öyküyü dinledim. Anlatılanlar önceki duyduklarımı doğrulamakla beraber daha çok detaylı bilgilenmemi sağlıyordu. Hepsi birbirinden güzel olan köyde yaşamış rahmetle andıkları kişilerin anlattığı öykülerle destekleyerek biz görmedik ama bu kişiler böyle anlatırdı der iş duygusala bağlanır gözlerde iki damlada olsa bir duygu seli yaşanmasına sebep olmuştu.
Asker arkadaşım Mehmet teskere almadan kendisinin merak ettiği bilgileri içeren bir mektup yazdım, Nenesinin ellerinden öptüğümü çok selam söylemesini, teyzesinin mezarının bizim köyde olduğunu, mezar ziyareti sebebi ile gelip misafirim olmalarını istedim. Bu mektuptan sonra tekrar mektup almak kısmet olmadı Adapazarı Hendekteki adresini kaybettiğim için oraya mektup yazamadım kısacası bana birçok konuda yardımcı olan, araştırma ruhu veren bu arkadaşıma ve ailesi ile bir türlü irtibat kuramadığım için üzgünüm, gözden uzak olan gönülden uzak olmuyor yinede bu arkadaşımı bulmak istiyorum.
Çünkü bu araştırmanın ilk ipucu ondan veya ailesinden gelmişti, konuyla ilgili soru sorduğum herkeste farklı bir heyecan yaratmıştı, o gün için yeterince bilgi edinilmişti ama araştırma bittimi sizce, hayır sonraki yıllarda farklı gelişmeler olacak daha net bilgiler için onu da birlikte araştıracağız inşallah.
İBRAHİM KAYA.
ARADAN UZUN BİR ZAMAN GEÇTİ YIL 2012 OLDU VE ORTAYA BÖYLE BİR YAZI ÇIKTI
*****************************************************************
DAĞISTAN KÖYÜ VE ZAKATALA TARİHİ
*********************************************************************
1993 YILINDAN SONRAKİ GELİŞMELER
*********************************************************************
Adana Ceyhan Dağıstan köyü halkı olan bizlerin, dedelerimizin ana yurt Kafkasyadan, Dağıstan’dan göçünün üzerinden yıllar geçmiş, dünya devletlerinde de bir takım gelişmeler yaşanıyordu. SSCB Sovyelist Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılıyor 80 yıllık kapalı kutu aydınlanmaya başlıyordu, bu güne kadar hiç haber alamadığımız atalarımızın göç ettiği ana vatan ile doğru bilgiler almak üzere bağlantılar kurulmuş, tam olmasa da bazı haberler alınmaya başlanmış ve meraklar daha çok artmaktaydı. Bu merağa daha fazla dayanamayarak ata yurduna gitmeye karar veren, Osmaniye Meslek Yüksek okulunda Öğretim görevlisi olan değerli abimiz, Kazım Laçinbala ilk giden kişi olarak hafızalara geçti. Geziden geri döndüğünde köylümüze öyle güzel ve memnuniyet ifade eden çok güzel öyküler anlattı ki, herkesin yarın sabahı beklemeden hemen gidip oraları o insanları ziyaret etmek istediğini gözlerinden hissedilmekteydi, orda tanıştığı akrabalarımız olan kişileri buraya davet ettiğini ama görevli oldukları için okullar kapanınca geleceklerini söyledi.
Kazım ağabeyin bir gün köye gelerek davet ettiği ana yurttan gelecek misafirlerin 2 kişi olduğunu henüz İstanbul’da olduklarını, kendi gittiğinde o kadar güzel bir karşılama ve hürmet gösteren bu insanlara hak ettikleri değeri vermek gerektiğini belirti. Kalacakları güne göre gezi programı yaptığını, bu çerçevede köye 28 Haziran 1993 günü öğleden sonra köye getire bileceğini bu insanların köyün hepsini merak ettiğini evleri gezmeye zaman yetmeyeceği için, köy halkı ile bir yerde toplanıp ortak sohbet yapılacak bir yer bulalım dedi. Muhtarımız Cengiz Arıkan Bey ve köy halkı ile birlikte düşünerek okulun bahçesinde toplanmayı planladık, organizasyonu düzenleme görevi bana verilmişti, okulun avlusuna toplantı düzeni için sıraları dizdik ses düzeni ayarladık, köy halkının hepsini ve ulaşa bildiğimiz Ceyhan ve Osmaniye deki köylülerimiz dâhil herkesi çağırmıştık. Mızıka çalması için Çerkez karamezar köyünden kirvem Cavit Özel’i davet etmiştim toplantının ilerleyen saatlerinde o kadar güzel bir coşku verdi ki kendisine o günde bu günde çok teşekkür ediyorum.
Köy halkı okulun bahçesine toplanmış misafirlerin gelmesini beklerken güzel bir Ahenk oluşmuştu, insanlar köy büyüklerinin etrafında çember oluşturarak sohbetler ediyor, herkes bir o guruba bir bu guruba geçerek özlediği kişiler ile görüşme şansı buluyordu. Ara sıra ses düzeninden verdiğimiz Çerkez oyu ritmine dayanamayarak iştaha gelenler, yâda istek yapanları kırmayarak kazaska, lezinka, şeşen gibi hızlı oyunlar oynuyorduk. Alkış seslerini duyanlar, biz toplantıya biraz geç gelecektik ama dayanamadık geldik, iyikide gelmişiz diyenlerle kalabalığımız sürekli artıyordu.
Biraz gecikmelide olsa misafirlerimiz akşam saat 20,00 civarında gelmişlerdi, alana girdiklerinde büyük bir coşku vardı, mikrofon bendeydi onlar arabadan indikleri anda konuşmaya başladım “işte özlenen yıllardır yoları gözlenen, atalarımızdan, ana yurttan haber getiren sevgili kardeşlerimiz, kardeşlerinizin köyüne hoş geldiniz” diyerek alkışlar eşliğinde piste davet ettim. Herkes ayakta, muhteşem bir coşku alkış tufanı ve mızıkanın ritmi ile piste girdiklerinde, bir şeyler söylemek istediğini hissetim mikrofonu uzattım. Hüseyin Bey Azeri lehçesi ile “size atalarınızdan dedelerinizden gardaşlarınızdan selam getirmişem, sizi yılların hasreti ile kucaklamaya gelmişem” diyerek mikrofonu bıraktı, hemen toplanan gurubun içerisine girdiler ve önce büyüklerin ellerini öperek başladılar. Elini öptüğü büyüklerimiz de kendilerine sarılıp kucakladılar, ama öyle bir kucaklaşma ki, bir dakika önce alana giren hiç tanımadığı birini kucaklar gibi değildi, sanki birkaç yıl önce görüşmek dileği ile ayrıldığı en çok hasretini çektiği annesine, babasına, kardeşine, askerden dönen oğluna sarılır gibiydi, yılların hasretini kucaklar gibiydi. Konuşmayla da bir duygu yumağı oluşmuştu ki herkeste farklı bir duygu ve düşünceyle buğulanmış gözlerde iki damlada olsa yaş gelmesini sağlamıştı.
Köy muhtarımız Cengiz Arıkan ve Kazım Laçinbala, gelen misafirlerimize, köy halkına hoş geldiniz ve köyümüz tarihi hakkında konuşma yaptılar. Cengiz abi kısa bir konuşmayla bitirdi, Kazım abi önceden yazdığı konuşma metni içerisinde Dağıstan’ın, Dağıstan köyünün Gürcü halkı sizlere ana yurttan gelen Gürcü kardeşlerinizle tanışma toplantımıza hoş geldiniz diyerek konuşmaya başladığında, oturduğu yerden Hüseyin Memmedov ve Nezir Memmedov beyler bir itirazları olduğunu nazik bir şekilde vurgulayarak seslendiler. Kazım abi konuşmayı bitireyim sonra sende konuşacaksın o zaman söylersin diyerek konuşmasına devam etti elinde yazılı metinden ana yurttan göç ve köyümüzün kuruluşu ile ilgili bilgileri kaynağını tarihleri hatırlatarak konuşmasını tamamladı.
Hüseyin Memmedov Bey konuşmasına başladığında anayurttaki habersiz kaldığımız durumu kısaca özetlemesini istemiştik, çok uzun olmayan bir konuşmayla yaşananları insanların nerden nereye geldiğinin bir özetini yaptıktan sonra, çok değerli Kazım bey kardeşim kusura bakmasın ama benim bir şeyi düzeltmem gerekiyor. Konuşmasında siz değerli amca çocuklarımızı, akrabalarımızı buldum dedi, doğru söylüyor! Bende aynısını düşünüyorum, Memmedov (Memmedulyan) kabilesindenim ve burada aynı kabileden birçok amca çocuğunu buldum, sonuçta biz aynı atanın torunlarıyız aramızda ayrı gayrı olamaz, konuşmasında Dağıstan’ın Gürcü halkı demişti, işte ben ona itiraz ediyorum. Bizlere büyüklerimiz Dağıstan Avar halkındanız dedi, bizden öncekilerde böyle öğretmişler, bizde çocuklarımıza Avar halkındanız diye öğretiyoruz öğreteceğiz. Ama siz adı Dağıstan halkı Avar olan insanlara niye Gürcü dediğinizi anlayamadım, bizler gürcü değiliz. Has bel kader bir dönem sınırlar değişip Gürcü toprakları içerisinde kalmış belki biraz gürcü dili öğrenmişiz diye bin yıllık geçmişimizi unutup Gürcümü olacağız, şuan sınırlar değişti Azerbaycan oldu, şimdi biz Azeri dili konuşuyoruz diye Azerimi olduk, siz burada farklı bir milletmi oldunuz. Hayır, sizlerde bizlerde aynı milletteniz Dağıstanlı Avarlarız bununla da gurur duyuyoruz diyerek sevgi ve selamlardan sonra alkışlar eşliğinde konuşmasını tamamladı.
Konuşmalar bitmiş Programa renk katmaya sıra gelmişti kirvem Cavit Özel mızıka çalıyor biz köyün gençleri Çerkez oyunu “kazaska lezinka” oynamaya başlamıştık o coşku herkesi sarmış olmalı ki orda bulunan orta yaştakilerde eşlik etmeye başladılar. Konuklarımız Nezir ve Hüseyin beylerde bu coşkuya katılınca orda bulunan herkes çok güzel bir akşam geçirmekteydi.
Henüz gece bitmemişti fakat ortada iki konuşmacının söylediği sözler vardı ve üstüne yorumlar gelmeye başlamıştı, o gün için hayatta olan köyün yaşlıları gelen misafirlerden Hüseyin beyin söylediği sözlerin doğru olduğunu bize de babalarımız dedelerimiz aynısını söylediler, önce Dağıstanlıymışız sonradan Gürcistan olmuş dediler. Kazım abi elinde bulunan çantasında belgeler çıkartarak bir şeyler gösteriyor, gösterdiği belgeler köyümüz sitesinde daha önce Yalçın Kurt abimiz tarafından derlenerek kaleme alınmış olan makalede. Kazım abinin abisi Aslan Laçinbala’nın 1970 li yıllarda bağlantı kurduğu İlya DATUNAŞVİLİ tarafından gönderilen belgeleri ve konuşulan dili Gürcüceyi örnek göstererek, anadil ana millet sayılır demekteydi. Söylediği sözün doğru olduğunu, onların komünizmin etkisi ile öğretilen yanlış bilgilerden kaynaklandığını, elbette Azerbaycan da gürcüyüz diyemedikleri için böyle demek zorunda olduklarından tabi ki haklı buluyorum. İnsanların yaşaya bilmesi için bulunduğu topluma ayak uydurmak zorundalar diyerek sonuçlandırdığı tezini tatlıya bağlayarak fazla uzatılmadan tartışma kapatıldı.
Misafirlerimiz Hüseyin ve Nezir beylerin etrafında büyük bir çember oluşturulmuş herkes bir şeyler soruyor, sorular sorana göre değişiyor kimi gelenek göreneklerin hala devam edip etmediğini, eski ata baba yemeklerimizin yapılıp yapılmadığını, kimi dini vecibelerin durumunu sorarken bazılarıda, kominizim ile yeni oluşumun kıyaslamasını yapmayı hangisinin daha iyi olduğunu anlatmasını istiyorlardı. Sağ olsunlar onlarda dillerinin döndüğünce anlatıyorlar, cevap tam bitmeden başka soru sorulduğu için çoğu yarım kala biliyordu. O kadar çok sorulacak soru varmış ama her güzel akşamın bir sonu olduğu gibi saat 23,00 geldiğinde, köyümüzün yaşlılarını yorduğumuzu düşünerek o günkü güzel mutlu geceyi sonuçlandırdığımızı belirten anonsu yapmamı ve gelenlere teşekkür, gideceklere hayırlı yolculuk temennisinde bulunarak vedalaşma töreni başlamış, gece sona ermiş ve herkes dağılması sağlanmıştı.
Ertesi gün köy kahvesinde insanlar arasında konuşulan tek konu dün akşam ve insanlar üzerinde bıraktığı etkilerin yorumları yapılıyordu, sanırım herkes kendisini etkileyen konulara takılmış, oturdukları masa etrafındaki kişilerle konuşmaktaydılar. Akşam gündeme gelen Gürcümüyüz Avarmı tartışması bazılarının hala kafasını karıştırmaktaydı, onun için bu konunun bir netlik kazanması gerektiğini tarih kaynaklarından araştırılmasında hem fikir olunmuştuk.
Bunun üzerine bu konuya merağı olan bazı büyüklerimiz ve arkadaşlarımızla bu konunun tarihsel dokümanlarını bularak gerçeğin hangisi olduğunu araştırmaya başladık, bulduğumuz dokümanlar ansiklopediler, ülkeler tarihi vesaire belgelerde bizim araştırdığımız konuya net bir cevap vermiyordu. Bölge muhtelif dönemlerde Dağıstan, Gürcistan ve Azerbaycan sınırları içerisinde kalmış olması ve bu devletlerin tarihinden genelden bahsederek, küçük bölgelere nerdeyse hiç değinilmiyor, çok küçük birkaç cümleyle geçiştiriyorlardı. Yani bizim aradığımız (ŞAKİ) Kaki, Balakan, Zakatala bölgesi ve köylerinin nezaman kurulmuş, hangi milletler nasıl ve nezaman gelmiş, hangi devletlerin egemenliği altında kalmıştır, sorularının cevabını bulmak biraz zor gibi duruyordu.
Sonraki yıllarda köyümüzden Yalçın KURT ve Cezmi POLAT abilerimiz Zakatala, Aliyeabad’a gittiler, aynı memnuniyet ve hayranlığı onlarda ifade ettiler, çok güzel video çekimleri yapmışlardı, geldiklerinde köy kahvesinde oturup çekilen video görüntülerini topluca seyrederek oraları tanıma fırsatımız olmuştu. Görüntülerde izlediğimiz kişilerin sanki buradaki akrabalarının ikizi gibi benzemeleri, öyle büyük şaşkınlık yaratmıştı ki, kimi ölen babasına nenesine amcasına benzetiyor burası hangi köy, kimin akrabası sorularını Yalçın abiye soruyorlardı. O görüntülerde En çok ilgiyi yüz on üç yaşında olduğu söylenen Hürü nenenin tatlı sözleri ve o yaşında yapmaya çalıştığı geleneksel yemekler dikkatleri çekmişti.
Birde Ahmet ATAŞ oğlu Muhammet Ataş ve Kazım LAÇİNBALA ile birlikte Gürcistan üzerinden araçla gitmişlerdi, döndüklerinde Ahmet ATAŞ kirvem bizim dili çocukluğumdan beri çok iyi biliyordum. Gürcistan’dan geçerken polisler veya rastladığımız halkla konuşup tercümanlık yapayım dedim ama biraz zor anlaşabildim. Bazıları benim ŞAKİ dili konuştuğumu söylediler oralıyız zaten demiştim. Yani benim tercümanlık çok işe yaramadı demişti.
Köyümüze 1995 yılında araştırma için gelen Tiflis Üniversitesi Türkoloji öğretim görevlisi Şaki asıllı İlya Datunaşvili ve karısı Gürcü asıllı Dr. Jujuna Datunaşvili ile birlikte araştırma için Türkiye’ye köyümüze gelmiş Ahmet ATAŞ amca gilde kalmışlardı. Hayatta olan köyümüzün 80 ila 90 yaşlarındaki büyükleri Osman yılmaz, Kazım Polat, Ahmet Ataş, Nazmiye Kartal ve diğerleri ile yaptığı konuşmalara atadan dededen aktarılan göçün Osmanlı tarafında yaşananlar ile ilgili bilgileri karşılaştırmaya karısı ile her ikisi birlikte katılmıştı. Kendisi Şaki asıllı olduğu için konuşulan dili % yüz olmasa da anladığı anlaştığını. Gürcü olan karısının köyümüzün konuşmasından hiç bir şey anlamadığını, eklerin, bağlaçların, özne, fiilin farklı dilden alındığını ve mevcut gürcü diline hiç uymadığını, sadece temel ihtiyaçların adlarının ortak olduğunu tespitini yapar, Azerbaycan Gürcistan ve Türkiye de yaşayan halklar ile yaptığı araştırmasını tamamladığı tezini hazırlayacağını belirtmiş köyden ayrılmıştı.
Zaman içerisinde teknoloji gelişti internet kullanımı yaygın hale geldi buradan faydalanmak istediğimizde aradığımız konular yine aynı kaynakların internete aktarımı ile oluşturulduğu için pek yardımcı olamıyordu. Yeni olan Diğer bulduğumuz belgelerinde çoğunun Kiril alfabesi ile yazılmış olması sebebi ile anlaşılmadığından yardımcı olmuyordu. Bir şeyler bulurmuyuz acaba diyerek saatlerce birçok belgeyi okumak onların içerisinde geçen ve bizi ilgilendiren çok kısa birkaç satırı dikkate alarak bir kanaate varmaya çalışıyordum. Okuduğum birçok kaynakta ortak olan belgelerde genelde üç ülkenin tarihinde bahsedilen konular aşağıda özeti belirtilen tarihi bilgilerden ibarettir
*******************************************************************************
DAĞISTAN TARİHİ:
******************************************************************************
Dağıstan la ilgili tarih kaynaklarında M.S. ilk devirlerde Kuzey Kafkasya’da Alan’lar adı altında bir milletin yaşamakta olduğunu, Albanya devletinin kuzeyden Hun imparatorluğunun akınlarına maruz kaldıklarını. VI. yüzyılda Orta Asya’dan gelen ve Avrupa üzerine yürüyen Avar Türklerinin Kral Şarlman tarafından mağlup edilince bir kısmının geri dönerek Kuzey Kafkasya’ya sığındıklarını. Doğuda Gürcistan sınırında Doğu Roma İmparatorluğu ile güneyde ise Sasani’ler devleti ile komşu olduklarını ve Orta Asya’dan gelen Hazarların 620–1055 yılları arasında Kuzey Kafkasya’da hâkimiyet kurarlar. Hazarlar İran’daki Sasani’lere karsı Romalılarla ittifak yaptılar. Çünkü islamı yaymak isteyen halife Hz. Ömer döneminde İran ve Azerbaycan Medine İslam devletinin eline geçmiş ve gücü çok fazla artmıştır, bu güç karşısında fazla duramayarak Abdurrahman Bin Rebia tarafından Derbende kadar olan bölgeyi ele geçirir. Hazarlarla anlaşma yaparlar bölge halklarını önceden olduğu gibi yerinden sürerek başka yere göç etmeye zorlama dönemi kapanmış halkı kazanmak dönemi başlamıştır.
Gelişmeler doğrultusunda biraz rahatlayan insanların Dağıstan’ın Dağlık bölgelerden tarım ve hayvancılık yapmak üzere bölgenin eteklerine ovalara inmeye başladıkları bu günkü Çeçenistan, Gürcistan ve Azerbaycan sınırları içerisinde kalan bu bölgelerde Çeçenler, Lazgiler, Tsakhurlar, Darğîler Avarların ve kolları olan diğer milletlerin yerleşip yaşadığı köy ve şehirlerin bulunduğu bilgisi yazmaktaydı. Dağıstan Asya’dan Avrupa’ya göç yolunun üzerinde, Derbent boğazının bulunması sebebinden. Bölge 1222 yılında Moğolların istilasına uğramış, Daha sonraki yıllarda Kıpçakların, İlhanlıların, Altınordu Hanlığının, Timurluların, Sirvanşahlar ve Safevilerin Dağıstan’a hâkim olduklarını. 1578–1606 yılları arasında Osmanlıların bölgeyi hâkimiyetleri altına aldıklarını. 1607’den itibaren Safevilerin eline tekrar geçtiği görülmüştür. Dağıstan XVI. yüzyıldan itibaren Rus yayılmacılığı ile karşı karşıya kalır. XVII. yüzyıl da bölge kısmen Osmanlı himayesine yeniden girdiyse de 1722’de Rus Çarı Deli Petro’nun İran şahı Nadir Şah’a savaş açması büyük nüfus mücadelesi savaşlarına sahne olmuştur. Bölge üç beş yıllık aralıklarla bir Rusların bir İranlıların eline geçer, son savaşı Rusların alması ve yapılan anlaşma sonrasında ülke tamamen Rus yanın eline geçer. 1785’te Çarlık Rusyası’nın Kafkasya Valiliği’ni ihdas etmesi ile Kafkasya’da mevcut politikayı değiştirerek nüfus ağırlığının değiştirilmesi amaçlayan Ruslar bölgeye Don Kazakları’nı Kalmuklar’ı ve Gürcüleri, Dağıstan’a göçe zorladılar, Hıristiyan bir devlet olan Gürcistan’la da ittifak kurduktan sora farklı gelişmeler olur.
Rusların bu tavırları karşısında Hıristiyan birlikteliğine karşı durmak amacı ile Üç İmam dönemi Denilen Dağıstan la birlikte Tüm Kuzey Kafkasya’nın millî mücadelesi başlamıştır, İslami birliktelik kuran İlk komutan (Şeyh) İmam Mansur’un Dağıstan’da ayaklanması (1782) yılında başlar, bunu takip ederek diğer Kafkas ülkelerinde de münferit isyanlar başlar. İmam Mansur 1794’te öldürülür, yerine Gazi Muhammed geçer. 1813 Yılında Ruslarla İranlılar arasında imzalanan antlaşma ile Dağıstan Ruslar tarafından tamamen ilhak edilir. 1832 Yılında Gazi Muhammed Ruslarla çarpışırken şehit olur ve yerine Hamzat Bey geçer ölümüne kadar mücadelesini sürdürür. Hamzat beyin ölümünden sonra yerine geçen İmam Şâmil Kafkasya cihad hareketini yeniden organize eder, ahlâki, idarî, askerî yönlerden düzenlemeler yaparak 25 yıl gibi uzun bir süre çok güçlü ve düzenli bir orduya karşı kahramanlık destanı yazar. 25. Ağustos 1859 yılında Rusların 50 binden fazla olan büyük bir ordu ile saldırmaları sonucunda İmam Şâmil 400 kişilik askeri ile Gunip şehrinde teslim alınır. Kafkasya bölgesi tamamen Rus işgaline geçer bundan sonra bölgede bir daha ayaklanma olmaması için veya önceki direnişlerde yardım ve destek veren gurupları etkisizleştirme harekâtı olarak bölge halkları sürgüne zorlanır ve bu sonuçlar dedelerimize kadar tesir eder. Göç için verilen sürelerin dolması ile 1864 ve sonrasında yurtlarından kafileler halinde ayrılmak zorunda kalırlar.
Dağıstan tarihini yazan birkaç farklı kaynaktan okuyarak derlediğinde yukarıdaki karmaşık tarih bilgilerini ala bildim, birde bunun Gürcistan tarafı vardı bu devletinde tarihini okumak gerektiğini yalnız milattan önceye gitmeden bizi ilgilendiren kısmın özetini okuduğumda karşıma çıkan bilgiler şunlardı.
*************************************************************************
GÜRCİSTAN TARİHİ:
**************************************************************************
975 Yılından sonra parçalanmış ülke topraklarını birleştiren, adı ilk kez Sakartvelo (Gürcistan) olan devleti kuran kral Davit, bölgedeki Arap Sasani emirliğine son verir. 1122 yılında Tiflis’i geri alırlar. Gürcistan, Kraliçe Tamar döneminde (1184-1215) gücünün doruğuna ulaştırır ve küçük bir imparatorluğa dönüştürür. Bu dönemde Gürcistan toprakları, Erzurum’dan Gence’ye, Azerbaycan’dan Çerkesya’ya kadar uzanıyordu. Ülke tüm kafkasyada olduğu gibi, 1222 yılında Moğol istilası uğrayarak parçalanır. Ülkeyi kuzeyden güneye ikiye ayıran Surami Dağlarının batısında kurulan İmereti Krallığı, Moğol istilasına karşı ayakta kalmayı başarır. 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında Timur’un istilası, Gürcistan’ı yine yerle bir eder.
Osmanlıların 1453’te İstanbul’u ele geçirmelerinin ardından Gürcistan’ın Avrupa ile bağları kopmuş, Osmanlı Devleti ile İran arasında sıkışıp kalmıştır. Batıdan Osmanlı, doğudan İran ordularının saldırılarına uğrar. Osmanlı Devleti ile İranlılar arasındaki hâkimiyet savaşlarına sahne olur. Osmanlılar, 16. yüzyılda Gürcistan’ın güneybatı kesimini ele geçirerek bu topraklarına Çıldır Eyaleti’ni kurarlar. Osmanlı orduları, 1510’da İmereti Krallığı topraklarına da girip, krallığın başkenti Kutaisi’yi ele geçirir. Ardından İran şahı I. İsmail Kartli topraklarını yağmalar. Osmanlılar 1578’de Tiflis’e girdiler ve böylece Gürcistan’ın batısı Osmanlıların, doğusu İran’ın eline geçti. Kral II. Erekle (1744-1798), Kartli ve Kaheti krallıklarını birleştirerek Gürcistan’ın doğusunu bütünleştirdi. Bu arada İmereti kralı I. Solomon da İmereti’den Osmanlıları çıkardı.
İran’ın saldırılarından kurtulan II. Erekle, bu kez Dağıstan’ın Müslüman kabilelerinin saldırılarına uğradı. Bunun üzerine 1783’te Rusya ile Georgiyevsk Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşmayla Rusya, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü tanıyarak sınırlarını koruma altına alıyordu. Ne var ki buna karşın İran saldırıları sürdü ve Rusya bu saldırılara karşı sessiz kaldı. İranlılar 1795’te Tiflis’e kadar ilerleyip kenti yakıp yıktılar. Ruslar, 1801’de krallığa son verip Kartli ve Kaheti’yi ilhak ettiler. İlki 1804’te çıkan pek çok halk ayaklanmasını kanla siçimi’de bastıran Rusya, 1801-1864 arasında Gürcistan’ın diğer bölgelerini de ele geçirmiştir. Poti ve Batum limanları ile Gürcistan’ın güneybatı kesimi bir süre daha Osmanlı yönetimi altında kaldı. Ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar bu bölgeleri de ele geçirdiler. Bu savaş sonrasında Gürcistan’ın, tamamen Çarlık Rusya’sının bir parçası haline geldiği bilgisi aktarılmaktadır.
Gürcistan tarihinden bu bilgileri öğrendikten sonra, Azerbaycan tarihine de bakmak gerekiyordu, gerçi bölgenin bu devletle bağları, Sasanilerle başlar ama 1900 lü yıllarda yaşanan gelişmeler ile ilişkilenmektedir. Şartları incelememiz ve bilgi sahibi olmamız gerekmektedir.
*********************************************************************
AZERBAYCAN TARİHİ:
*********************************************************************
Azerbaycan İran ve Sasanilerin egemenliğinde 7 yüzyıldan itibaren uzun bir süre 15. Yüz yıla kadar Arap kökenli Şirvan şahların yönetimi altında girdi. Aynı dönemde Azerbaycan ve bu günkü Ermenistan toprakları Türk kökenli Akkoyunlular tarafından yönetilmekteydi. Ancak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın 1478 yılındaki ölümünden sonra Safevi Hanedanı güç kazanmaya başlar. 1501 yılında Akkoyunlular Safeviler tarafından büyük bir yenilgiye uğratıldılar. Aynı yılda Safeviler Tebriz'i ele geçirerek kendilerine başkent yaptılar ve Bakü'yü talan ederler. Safeviler 16. yüzyılın başlarında bölgeye tamamen egemen olmuşlardır. 1508 yılında Akkoyunlular tamamen yıkılmış. Şirvan şahlar Safevilerin egemenliği altında bir süre daha Azerbaycan topraklarını yönetmeye devam etmişler. Ancak 1538 yılında I. Tahmasp Şirvanşahlara son verir. 1540 yılında Bakü tekrar Safevi ordusu tarafından işgal edilir. Safeviler Azerbaycan'daki Sünni halkı Şiiliğe zorlanır. Zamanla bölge halkı mezhep değiştirerek Şiiliğe geçer.
Azerbaycan toprakları 16. ve 17. yüzyıllarda sürekli olarak Osmanlı-Azerbaycan Savaşları'na sahne oldu. Şamakhi, Gence ve Bakü 1580'lerde Osmanlıların eline geçti. Şah I. Abbas (1587 - 1630) döneminde Safeviler Osmanlıları yenerek Azerbaycan topraklarını tekrar geri alırlar. 1639 yılında imzalanan ve Azerbaycan'la Osmanlı Devleti arasındaki sınırları belirleyen en son antlaşma olan Kasr-ı Şirin Antlaşmasından Azerbaycan toprakları Azerbaycan’a kalır.
Ancak 1747 yılında Nadir Şah'ın suikast sonucu öldürülmesinden sonra Azerbaycan'daki Safevi egemenliği sarsıldı. Şirvan, Bakü, Karabağ, Gence, Küba, Şaki, Taliş, Erivan, Nahçıvan diğer kentlerde çeşitli hanlıklar kurulmuştur. 1796 yılında Azerbaycan'ı yöneten Kaçar Hanedanı'ndan Ağa Muhammed Han Azerbaycan'ı ele geçirir. Bu sırada Rusya İmparatorluğu Gürcistan'ı ele geçirmiş ve Kafkaslardaki birçok hanlığa egemen olmuştur. Rus ordusu 1813 yılında Tebriz'i işgal eder. İran Rusya'yla Gülistan Antlaşmasını imzalayarak Kafkaslardaki birçok hanlığı Rusya'ya vermek zorunda kalır. Safeviler 1826-1828 Rusya-İran Savaşı'nı kadar bu durum devam eder. 21 Şubat 1828 tarihinde imzalanan Türkmençay Antlaşması uyarınca Azerbaycan dahil bütün Kafkasya İran'ın elinden çıkmıştır. Rusya İmparatorluğunun bir parçası haline gelmiş ve 1870'lerde Azerbaycan'da petrol keşfedilmiştir.
Azerbaycan tarihinide kısaca böyle özetledikten sonra kısaca tüm Kafkasya’nın bu üç devletinin kaderinin aynı olduğu ve büyük güçlerin gözü üzerinde olduğunu sürekli savaşlar yaşandığını ve her gelen medeniyetin yakıp yıkarken bir şeyleri alıp götürdüğü fakat yerine yeni bir kültür birikimide bıraktığı görülmektedir.
**************************************************************************
ÜÇ DEVLETİN TARİHİNDEN, ZAKATALA BÖLGESİNİN TARİH ÖZETİ.
**************************************************************************
Okuduğum bu ve buna benzer diğer kaynaklardaki bilgiler doğrultusunda bölge halkının tarım ve hayvancığı geçiş döneminden sonra muhtelif tarihlerde ve Avarların Hazar devleti olarak 6 cı yüzyılda gelip yerleşmelerinden itibaren var olduğu bilinmektedir. Bölgede çok fazla milletin var olması, zaman içerisinde yaşanan savaşlar sonucunda bölgeye bir şekilde gelip yerleşen milletlerden, yâda bölgenin milattan öncesinden beri yerleşik yaşayan otokton halkları olması ihtimalini düşünmemize sebep olmakta. İslamiyet öncesi yapılan savaşlarda savaşı kazanan milletler orda yaşayan halkı yerinden yurdundan sürmekteyken, İslamiyet sonrası halife savaşları ile bölge halkının yerinde kalması ve kendilerinden olması amaçlanmıştır. Bu savaşlardan sonra genellikle diğer devletlerde aynı şekil davranarak bölge halklarını yerlerinden sürmediğini görmekteyiz. 6. Yüzyıldan sonra Avarların Hazar devletinin egemenliğinde kalmış daha sonraki yıllarda Derbende kadar Dağıstan’ın yarısının da içerisinde olduğu bölge uzun bir süre İranlıların kontrolüne geçer. Bölge bin yıldan fazla olan bu süre içerisinde Dağıstan, yâda Azerbaycan’da var olan devletlerin güçlerine bağlı olarak sınırların değiştiği görülmüştür. ŞAKİ Bölgesi olarak bilinen yer eyalet gibi düşünülmüş Hanlık, Beylik veya Valikler tarafından ayrı bir şekilde idare edilmiştir. Dağıstan 1722 yılı ve sonrasında, İranlılar ve Ruslar arasındaki uzun yıllar süren büyük savaşa sahne olmuş islamı destekleyenlerin desteği ile İranlıların, farklı dinlerdeki kabile ve milletlerin desteği ile Rusların arasında, birkaç yıllık süreler içerisinde bölge el değiştirmiştir. Savaşların genelde büyük şehirlerde kalelerde geçmesi sonucu, halkın daha az savaş olan Dağıstan sınır eteklerindeki sakin küçük köylere göçtüklerini, göçtükleri şehrin veya beylerinin ismi ile küçük köyler kurduklarını veya var olan köylerdeki kabile yâda akrabalık bağı bulunan kişilerin yanına yerleştikleri bilinmektedir. Bu bölgedeki her köyün, kasabanın farklı olduğu Azeri, Lazgi, Avar, Andi, Çeçen vesaire gibi birçok Farklı diller konuşan milletlerden oluştuğu, alış veriş veya temel ihtiyaçlarını karşılamak için dilini kültürünü bilen kişiler ile diyalog sağlamak amacıyla her milletin kendi ana yurtları ile bağlantılarını koparmadıkları bilinmektedir.
1785 yılında Rusların Dağıstan’ı işgal etmeleri ve Gürcü kıralı 2.Erek ile Georgiyevsk Antlaşması’nı imzalaması sonucunda bölgenin dinsel birlikteliğini dağıtmak amacı ile Don Kazakları’nı, Kalmuklar’ı ve Gürcü halklarını, Dağıstan topraklarına göç etmeye zorlar. Gürcü krallığı Rusya’dan aldığı bu destek ile sınırlarının yakınında bulunan ŞAKİ ve benzeri diğer beyliklerin bölgelerine girip istila eder artık bölge Gürcistan egemenliğine geçmiştir. Köylerin içerisine veya yakınlarına gürcü halkı yerleştirilmiş. Müslüman olan köy veya kasabalara kiliseler ve okullar açılmış. Dağıstan ile sınırı kapatarak bağlantıyı kesmeye çalışılmış, bölge halkının temel ihtiyacı olan alış veriş için gürcü kasabalarına yönlendirilmesi, çok fazla dil konuşan halkın birbirileri ile anlaşmaları için, ortak dil olarak gürcü dilini kullanmaya ikna çabaları zamanla başlamıştır. Dağıstan’da başlayan Üç İmamlar harekâtının etkisi, coşkusu ile halkın dinsel, kültürel dayanışması daha çok artmış, bölge halkı Dağıstan da ve çevrede bulunan tekke, zaviye, medreselerde İslami eğitim alıp çevresinde bulunanlara aktararak daha fazla bilinçlenmesi sağlanmış. Gürcistan’ın taleplerine mümkün olduğundan daha fazla direnmişlerdir. Gürcü egemenliğinde geçen Yüz yıllık zaman içerisinde birçok milletin ortak dil olarak Gürcü dilini konuşarak anlaştığı görülmüştür.
Asıl dikkate alınması gereken yakın tarihe ışık tutan belge ve bilgiler 1900 lü yılların içerisinde yaşanan gelişmelerde daha net tescil edilmiştir. Bahsettiğimiz (ŞAKİ) Zakatala, Balakan bölgesinin kaderi bu tarihten sonraki gelişmeler belirlemiştir. 1917 Ekim Devrimi, Bolşevik İhtilalı sonucu Rusya İmparatorluğu yıkılır. Terek-Dağıstan Mahalli Hükümeti kurulur. Azerbaycan'da 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Aynı tarihlerde Dağıstan’da Osmanlıların desteğiyle Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti adı altında bağımsızlığını ilan eder. Fakat Aldülmecid Çermoyev kuruluşu tam olarak tamamlayamadan, Osmanlının Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla, Osmanlı Ordusu Kafkasya’yı tahliye eder. 1919’da Dağıstan yeniden işgal ile karşılaşır. Kızıl ordu’nun Timurhanşura’ya girmesiyle 20-Ocak-1921’de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Moskova Mart 1922'de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'dan oluşan Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'ni ilan eder. 1936 yılında bu cumhuriyet 3 kısıma ayrılır. Azerbaycan toprakları Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni oluşturdu. Bununla birlikte diğer devletlerde ayrı birer bağımsız devletler olmuşlardır.
Oluşan devletlerin Sınırları ve bu devletler içerisinde mevcut olan özerk bölgelerin dil, din, ırk, millet, kabile gözeterek, her halkı, her bölgeyi ayrı ayrı sınıflandırılmış ve yapılan sınıflandırma ile her millet ve halk üzerinde farklı kontrol metodu geliştirmek sureti ile bölge halklarına devletlerine hükmedebilmek amaçlanmıştır. Bu gün dahi nasıl bir yöntem veya sayım yapılmış ise bölgeye farkında olmadan büyük bir iyilik yapılmıştır. Çünkü o gün belirlenen sınırları herkesin kabul ettiği, kafkasyada ki tüm halkların ve bölgelerin sınırlarının belirlendiği, Dağıstan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan, Karabağ, Acara, Abhazya, Osetya, Çenya, İnguşetya, Kabardey Balkar, Karaçay Çerkez ve Adigey gibi devlet veya özerk bölgelerin sınırı çizilmiştir.
Bazı devletlerde sınır itilafları olmuş ve bu tasnif neticesinde devletlere, milletlere haksızlık edilmiştir. (Azerbaycan ve Gürcistan’dan Toprak alıp Ermenistana vermek, Abhazyayı Gürcistan da bırakmak, Birçok milleti yerinden yurdundan Sibirya ya ve başka yerlere sürerek yerlerine farklı milletler yerleştirmek) gibi kendi menfaatleri doğrultusunda adaletsizlikler yapılmıştır. Bu adaletsizliği telafi etmek için o gün için Gürcistan’a bağlı Şaki’nin diğer bölgelerde yapılan tasnife göre Dağıstan’a verilmesi gerektiği halde, Azerbaycan’a bağlanması sağlanmıştır.
Bu kararın diğer etkeni gizli planlarını açık uygulamaya koyan emperyalist güçler olarak bilinen İngiliz, Fransız ve Almaların bölgede çıkan petrolden dolayı kendi menfaatlerine yarayacak şekilde Rusların bölgeyi küçük parçalar halinde dizayn etmesine yardımcı olmaları, Üç imamların başlattığı ve son olarak Yakın tarihte Dağıstan’da Kuzey Kafkasya Cumhuriyetinin kurulmuş olması, bölgenin istilacı dış güçlere hürriyet için sürekli direniş göstermesidir. Abhazya, Çeçen ya ve Şaki bölgesinin Dağıstan’a bağlanmaması ile yine aynı amaç uğrunda devlet kurma gücünün artması engellenmiş. Rusya’ya karşı ayaklanma girişiminin ortadan kalkması amaçlanmıştır. (ŞAKİ) Kaki, Balakan, Zakatala bölgesinde Sosyalist rejimin yaptığı tasnifte dil, din, ırk, millet olarak Gürcistan ile hiçbir bağının olmadığı net bir şekilde görülen bölge artık takas sonucu Azerbaycan sınırları içerisindedir.
Burada görülmektedir ki bölge sürekli yapılan savaşlarla gelip giden uygarlıklar veya devletler tarafından el değiştirmiştir. Sınırlar Dağıstan, İran, Gürcistan ve Azerbaycan olmuştur ama halklar sürekli yerinde kalmıştır. Bin yıldır bir arada yaşayan Halkların birbirini etkileyerek oluşan kafkasyanın ortak kültürü, Xhabze kurallarının uygulanmakta iken, Gelen uygarlıkların getirdiği kendi kültürünü yaymaya çalıştıkları din ve dil gibi etkenleri kullanarak kendilerinden olmaya zorlamalar her dönemde olmuştur. İran safeviler ve Osmanlı devletinin etkisi ile İslam dinine geçmeleri, Gürcistan’ın kontrolüne geçtiğinde gürcü dilinin öğrenilmesi ve din değiştirilmesi yönünde diretmeler yapılmış ve dış etken üç imamların tesiri ile din konusunda daha fazla kenetlenmelerine sebep olmuştur. Zira bölge halkı İmam Şafi mezhebinden olup, Kadiri ve Nakşibendî tarikatına bağlı dini bütün Müslüman oldukları görülmektedir. Ama bölgedeki birçok milletin ana dilinin farklı olması sebebi ile köy ve şehirlerinde kendi ana dillerini, dışarıda anlaşmak için ortak dil olarak Gürcü dilini kullanılmaya başlamıştır.
Gürcüler dillerini bir şekilde öğrettiklerini düşünerek. Bu aşama geçildikten sonra, 1859 yılında Dağıstan’da Şeyh Şamil yenilgiye uğraması ve sorunu kökten çözmek İslamiyet kaldırmak amacı ile Gürcü krallığı dinsel baskıları arttırma kararı almıştır. Kiliselerin ve papazların din değiştirme konusunda zorlamada bulunarak, dil ayağı tamamlanmış olan halkın din ayağını da kendi çizgilerine getirilmesi ile asimile etmek için zorlamalar başlamıştır. İnsanların o günkü ruh halini bir düşünün uğrunda savaştıkları güç yıkılıyor, Şeyh Şamil’in askerleri arasında bölge halkının bulunması ve birçok kişinin evladını veya akrabasını şehit vermesine sebep olmuştur. Bu durumu bilen Rus ve Gürcü birlikleri yardım ve yataklı edenlerin istihbaratını alarak cezalandırmak veya dağıtmak ister, kilisenin baskısı sonucunda halkın elinde kalan kutsal olan değerleri uğruna hem evladından hemde dininden olmaktansa, Osmanlı devletinin ısrarla yaptığı ülkesine göç davetini dikkate alarak, göçmeyi düşünmesinden doğal ne olabilirdi. Ayrıca 14 Nisan 1864 Çerkesyanın Rusya nın eline geçmesi sonrasında Tüm Kuzey Kafkas halklarına Karadeniz Baltık kıyılarından başlattığı sistematik sürgün ve sonrasında bölgede kalan halka yapılan uygulamalar. Bu düşünce ile binlerce kişiyi yerinden yurdundan malından mülkünden ayrılarak Osmanlıya ve Kutsal topraklara gitmek üzere yollara düşerler. Niyetleri kutsal topraklar olan Hicaz bölgesi denilen Mekke, Medine veya Şam’a yerleşmek amacı ile Çerkesya dan, Dağıstan, Çeçenistan ve Şaki bölgesindeki halklar 1864 yılından sonra kafileler halinde göçlerine başlarlar.
Bizim dedelerimizde birbirlerine dolaylı yoldan akrabalık bağları bulunan, Marsanlı, Musoli, Kalalı, Kandaki, Eleseni (Aliyeabad) gibi köylerden 41 hanenin halkından oluşan takribi 300 kişilik bir gurup oluşturarak, 1869 yılı Haziran ayında göç hareketini başlatırlar. Yolculukları tam bir macera olup iyi bir senaristin elinden çıksa çok güzel sanat filmi yapılacak öyküler içermektedir. Göç yolunu Yalçın Kurt abimizin köyüz internet sayfasında anlattığı makalesindeki öykülerden ve büyüklerimizden dinlediğimiz anlatımlardan çoğumuz çok iyi bilmekteyiz. O günü ulaşım aracı olarak kullanılan At, Öküz ve Mandaların çektiği araba ve kağnıları ile Gürcistan içerisinden geçerek Osmanlı Topraklarına girdiklerinde, can ve mal güvenliklerini sağlamak, yağmayı önlemek amacı ile kafileye Osmanlı askerleri refakat eder. Karadeniz sahil şeridini takip ederek Ordu vilayetine kadar gelirler. Ünye Çatalpınar Akkuş geçidi üzerinden Niksar civarında bulunan kendilerinden önce Kafkasyadan gelmiş olan Çerkezlerin toplandığı bir nevi toplanma bölgesine gelirler. Osmanlı tarafından belirlenen ve guruplara önerilen bölgeler içerisinden yerleşecekleri yeri seçmeleri istenir. Bunun için gurup öncüleri önerilen yerleri görmeye giderler, kafilenin bekleme yaptığı kampta kolera salgın hastalığı baş gösterir. Salgın geçene kadar karantinaya alındıkları için mecburen kampta kalma süreleri uzar, salgında bizim kafileden de hastalananlar olmuş büyük kayıplar vermişler. (Dedemin babası, annesi ve yeni doğan kardeşi de burada aynı kaderi paylaşarak ölmüşler). Sonuçta yerleşmek için önerilen yerler içerisinde en uygun yer olarak Çukurova diye bilinen yeri tercih ederler.
************************************************************************
YERLEŞMEK İÇİN NEDEN ÇUROVAYI SEÇTİLER GEREKÇESİ.
************************************************************************
Köyümüzün kuruluş yeri için neden Çukurova başka bir yer değilde burayı niye seçmişler sorusuna aradığımız cevap için buradaki Osmanlı tarihini Çukurova’da yaşanan gelişmeleri bilmek gerekiyor. O yıllarda İngiliz ve Fransızların desteği kiliselerde toplanan bağış paraları ile yönlendirilen Ermeniler bu bölgeye gelmeye başlamışlar. Buradaki arazilere değerinin birkaç kat fazlasını ödeyerek çiftlikleri veya köylerin bir kısmını satın almaya başlarlar. Bölgenin geri kalan yerleşik fakir halkını yerini satmasa bile zorla el koyarak yerinden sürdükleri görülünce, Osmanlı padişahlığı bu gelişmelerin önünü kesmek için bölgede sadece kışı yaşayan hayvancılıkla geçinen Yörük, Cerit ve Avşarların yazın yaylaya kışın ovaya indikleri yerlerde yerleşik düzen kurmaya zorlar. Bu öykünün detayları Dadaloğlu destanında anlatılmaktadır. Bu girişim başarılı olamaz onun için bu bölgeye göç yolu ile gelen cesur savaşçı halklar, Tatar, Kırım, Nogay, Çeçen ve Çerkezleri yerleşmeye mecbur tutarak Ermeni yerleşimlerini engellemeyi planlamışlardır. Bu sebeple bölgemizde bu milletlerden çok sayıda Kafkas köyü mevcuttur.
Bizim dedelerimize sunulan seçenekler içerisinde başka yerleşim yerleri de sunulduğu halde Çukurova’ya kendilerden önce gelen Şeyh Şamilin naiplerinden, Kadiri tarikatının lideri Çeçen Şeyh (Movsar) Mansur’un yaklaşık üç bin kişilik bir gurupla buraya Ceyhan Nehri ile Mercin Irmağının birleştiği kavşut yeri civarında Akyazı köyünü kurdukları bilgisini alırlar. Bu insanlarla birçok ortak noktalarının var olması, Şafi meshebinde var olan iki tarikatın Kadiri ve Nakşibendîlerin birbirleri ile iç içe olmaları, Nakşibendî Şey Şamil’e açık ve net destek vermeleri sebebi ile bu insanlarla gönül bağlarının bulunması, dolayısı ile Hicaza yakın olmak için Çukurovayı tercih ederek gelirler. 1870 yılında aynı ırmak üzerinde bu köye yakın bir yer olan Köprülü köyü civarında kırım oğlu höyüğüne yerleşirler, burada dedelerimizin 20 kadar mezarı bulunmaktadır. Ana vatandan daha sonraki yıllarda devam göçlerde gelenlerle nüfusu kalabalıklaşır. Çukurova Ceyhan ve Sayhan ırmağının bahar taşkınları ile bataklıkların bol olduğu bir yer olup, sivrisineğin fazla olması sebebi ile buraya göre yayla olan bölgeden gelen Kafkas halkları sıcağa dayanamaz sıtmadan ve sıcaktan hasta olur ölürler. Bununun üzerine Adana kadısı (Valisi) Padişaha bir yazı ile Çukurova’ya yerleştirdiğimiz Çerkezler sıtmadan ölüp bitiyorlar napalım padişahım der, Padişah madem öyle ise bırakın istedikleri yere gitsinler cevabı gelir ve başka yerlere göçme izni verilir. Çukurova’daki Çerkez ve Çeçenlerin çoğu yayla tabir edilen Göksun, Andırın civarında köyler kurar yerleşirler, Kastal bucağı, Akyazı köyü tamamen dağılır Şeyh (Movsar) Mansur bu dağılan köy dağılmadan önce ölür ve mezarı halen buradadır.
Sıralaması tam olarak aktaramasam da, anlatan kişiye göre değişebilen öyküde, Bizim kafileden bazı aileler Osmaniye geçerler ve orda Ali beyli adı ile bir mahalle kurarlar. Halkımızın okuma yazma bilenlerinin çok olması sebebi ile hicaz tren yolu yapılmaya başlandığında Toprakkale tren istasyonunda iş imkânı verilir, ailelerin bir kısmı Toprakkale’ye taşınarak Dağıstan mahallesini kurarlar. Gelirken kanılarını çeken yük hayvanı ve sütü için besledikleri camızların sürekli ırmağı geçerek karşı taraftaki makilik, çayırlık verimli alana geçmelerinden mana çıkararak köyümüzün bu günkü yerine 1872 yılında yerleşmeye karar verir yerleşirler. Burada bölgenin sahibi olduğunu iddia eden komşu köylerdeki göçer Ceritler’le problem yaşarlar. Osmanlı paşası garnizon komutanı Naşit Paşa konuyla kendisi bizzat ilgilenir, köyün tüm problemleri çözer köy halkına büyük araziler verir, onun yaptığı iyiliklerden dolayı ve köyün kendi korumasında olduğu belirtmek için köyün adı resmiyette Naşidiye Köyü olur. Her ne kadar adı Naşidiye olsa da bölge halkı komşu köyler ilk günden itibaren Dağıstanlılar köyü olarak adlandırır, köy halkıda kendini her yerde Dağıstanlı olarak tanıtmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar çevrede bulunan Çerkez ve Çeçen köyleri ile kız alıp vermiş akrabalık bağları kurmuşlar. Bu isimin durup dururken kullanılmayacağını mutlaka bir bağının olduğunu, Kafkasya halklarının kendi kültürlerinden olmayan farklı milletleri dışladıklarını, düğün dernek zekes gibi eğlencelere toplantılarına yabancı milletleri almadıklarını biliyoruz. Fakat bizim köy ile özel bağların olmasından bu davetlerle köylerine karşılıklı olarak gelip gittiklerini, Xhabze kültürünün kurallarının bizim köyde halkımız tarafından uygulandığını, kendilerinden biri bildikleri için bilerek ve isteyerek Dağıstanlılar adını kullanmışlardır. 1960 ihtilalı sonrası tüm köylerin adı değiştiğinde köyümüzün adı Beşkuyu köyü olmuş ve 1978 yılında muhtar A.Şahin KURT’un açtığı mahkeme kararı ile köyümüzün adı artık dilde, gönülde değil resmen Dağıstan köyü olmuştur.
Yukarda detaylı olarak anlatılan bilgiler ile köy halkımızın dilden dile anlatılarak gelen anı ve öykülerinin de birbirini tamamlaması sonucunda, hangi milletteniz sorusunun cevabını bulunmuş olup Kazım Laçinbala abimiz dahil herkes Dağıstan Avar halkından olduğumuzu konusunda kesin kanaat oluşmuştu. Yalnız bazı kaynaklarda köyümüz halkının göç ettiği köyler içerisinde lezgi köyü olarak bilinen köylerin bulunması bu köyden göç eden halkın lezgimi yoksa o köyde yaşayan Avar halkından mı olduğu konusunda net bir bilgi tespitini yapamadım yani bu durumda köyümüzde bazı ailelerin lezgi olma ihtimalide bulunmaktadır.
Özetle şunu vurgulamak istiyorum bizim dedelerimiz bin yıldan fazla Dağıstan egemenliğinde ve 1782 yılı ile 1867 yılları arasında yüz yıl dahi sürmeyen bir sürede Gürcistan egemenliğinde kalmıştır. Göçte yaşlı veya çocuk olduğu, evlere bağa bahçeye sahip çıkması için orada kalan akrabalarımız bu gün Azerbaycan vatandaşı olarak ve aynı kültürün öğretileri ile kültürel varlıklarını sürdürmekteler. Aynı zamanlarda Abhazya da bizimle aynı kaderi paylaşmış 250 yıl Gürcistan’da kalmış 2000 yılından sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. Bize gürcü diyecekseniz Abhazlara ne diyeceksiniz onu merak ediyorum, demek ki milliyet ne kadar süre geçerse geçsin değişmiyor. 3 yüzyıl önce Amerika ya göçmüş bir Zenci veya Çinli genetik özelliklerini koruduğu için bu gün ben Amerikalıyım dese, başkan bile olsa özünü milletini saklaya bilirmi? Hayır, rengi itiraf eder, ama bizler beyaz ırk mensupları öyle bir ayırıcı özelliğimiz bulunmadığı halde, genetik özelliklerin ve kültürel birikim aktarımının bulunduğu tavır ve davranışların belirgin olduğu özelliklerimiz ile farklılık gösterdiğimizi bizleri tanıyan farklı milletten dostlarımızın özellikle vurgulamalarından belli olmaktadır.
Halkların yöneticileri padişahları kralları değişmekle milleti değişmez, halklar yerlerinden sürülüp farklı yerlere gitseler bile ikametleri değişir milletleri değişmez, belki dilinden dininden bir etkileşim alır ama onlarla bile kendi varlığını idame ettirir. Sürgünle dağılan farklı coğrafyada ve farklı devletlerde yaşayan Kafkas toplumlarını nasıl ve ne şekilde tanımlamalıyız, onları o devletin halkı, ferdi ama Kafkas milleti olarak adlandırıp, ulu ağacın farklı yerdeki kökleri ve dalları olarak tanımlanmalı, yâda rüzgârla savrulmuş bir tohumun filizlenerek bulunduğu yerde yaşam savaşı vermesi olarak algılanmalıdır. Bu gün için köklerin dalların filizlerin tekrar bir araya gelmesi gibi bir niyetin olduğunu hiç kimsede göremiyorum. Ama kimiz, neyiz, nerden nasıl geldik gibi soruların cevaplarını bizim ve çocuklarımızın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. 02.02.2012
......................................................................
Hazırlayan : İBRAHİM KAYA .......
Adres : DAĞISTAN KÖYÜ – CEYHAN / ADANA
1 yorum:
ARKADAŞLAR OKUYANLAR KONU HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİNİ YAZARLARSA ÇOK İYİ OLUR, ÇUNKU BU ARAŞTIRMANIN ANA FİKRİ ZATEN BU TÜR SORULARDAN ÇIKMIŞTI.
Yorum Gönder